Bölüm 6: Güneşten düşmüş çiçek
- Jhin
- 17 Oca 2018
- 18 dakikada okunur

Karanlık ve sislerle çevrili bir geceydi. Kaya ile beraber bu geceyi birbirimize ışık olarak aydınlatmaya çalışıyorduk. Sislerin yerini sahte kahkahalarımız, karanlığın yerini çıplaklığımız almıştı. Ne kadar aydınlanmıştı emin değilim. Şarap ile bu geceyi daha neşeli bir hale dönüştürmek istedik fakat dairemde ki son şarabı da akşam yemeğimizde içmiştik. Saat geçti. Bu saatte açık bir dükkan bulmak çok zor bir ihtimaldi. Kaya dairesinde bulunan bir şarap olduğunu söyledi ve onu almak için beni ikna etmeye çalışıyordu. Gecenin bu vaktinde evimden hiç de ayrılmak istemiyordum. Bir yastığı paylaşan kafalarımız eğer uyumak isterlerse, sadece gözlerini kırpmaları yeterli olacaktı. Kaya hiç uyumak istemiyordu. Bu geceyi uyuyarak rezil etmememiz gerektiğini söyleyip duruyordu. Bu tarz şeyleri hiç umursamazdım normalde fakat gözlerini doğrultup bana tekrar sorduğunda, hayır diyememiştim. Giyinip evden çıktık, Kaya’nın dairesine gittiğimizde geri dönmemize gerek yoktu. Geceyi orada da sonlandırabilirdik. Hazırlandık ve evden ayrıldık. Sokakta koluma girmiş, bir şeylerden bahsediyordu. Ne hakkında konuştuğunu hatırlamıyorum fakat neşesini hatırlayabiliyorum. Evlerimiz aynı sıradaydı fakat biz nedense evlerimizin karşı kaldırımında yürüyorduk. Gecenin bu vaktinde Kaya’nın konuşması beni biraz rahatsız ediyordu sanki çok gürültü yapıyor gibiydik. Ta ki, bu gürültüyü bastıran o sesi duyup, ardında ki çığlığı bedenimin içinde hissedene kadar. Vücudumu olduğundan sıcak hissetmeye başlamıştım. Ayaklarım beni daha fazla taşımak istemiyor gibiydi. Görüntünün bulanıklaşması ve kadrajımın yavaşça gökyüzüne doğru çevrilmesi, vurulduğumu kanıtlamıştı. Göğsümde ki ağrı, nefes almamı zorlaştırıyordu. Yüzüme damlayan Kaya’nın gözyaşları, sanırım hissettiğim son şey olacaktı. Silahın tekrar ateşlenme sesiyle, kapadım gözlerimi. Gözyaşı hissetmiyor, ağıt niteliğinde hiçbir kelime duymuyordum.
Olduğum yerden sıçramama sebep olan ses, hemşirenin odaya girerken açtığı kapının cereyandan hızlıca kapanmasından dolayıymış. Yüzümde ki solukluğu, nefes nefese kalmış halimi ve terli yüzümü gören hemşire, korkarak iyi olup olmadığımı sordu. Böylesine bir kâbustan uyandıktan sonra hemşirenin sorusuna cevap verebilecek bilinçte değildim. Ellerimle yüzümü ovuşturdum ve lavaboya gittim. Avcumla yüzüme taşıdığım o soğuk suların yüzüme değmesi ile Kaya’nın gözyaşları geldi aklıma. Elimi yüzümü yıkadıktan sonra hafif bir ayılma yaşamıştım. Telefonumu çıkarıp saate baktım. Saat 06.12 idi. Bu saatte onu uyandırmak istemezdim ama bu olağanüstü hal sayılabilirdi. Nasıl olduğunu merak ediyordum, sesini duymaya ihtiyacım vardı ve herhangi birisi ile konuşmam gerekiyordu. Sol omzumu bir duvara dayayıp, aradım. Telefonumu kulağıma götürdüm. Sesini duymak için mi heyecanlanıyordum yoksa liseli bir ergen gibi bu saatte onu aradığım için mi, emin değilim. Aramanın başlamasından 8 dıt sesi sonra cevap vermişti aramama. Uykulu, boğuk ve meraklı bir sesle ‘’Efendim, Rich?’’ dedi.
-Üzgünüm, bu saatte uyandırmak istemezdim. Kötü bir gece geçiriyorum. Sesini duymak istedim.
-Yanına gelmemi ister misin?
-Gerek yok. Teşekkür ederim sorduğun için fakat 2 saat sonra bir kahvaltıya ne dersin?
-Olur, ben hazırlarım bir şeyler. Senin dairedeyim, gelirsin.
-Anlaştık, görüşürüz.
-Görüşürüz.
Telefonu kapattım ve Tad’in odasına geri döndüm. Hemşire odada değildi. Tad’in bilinci de yerinde değildi. Ona söylemek istediğim şeyler vardı. Şimdiye kadar hiç söylemediğim ve söylemediğim için pişman olduğum bir sürü şey vardı içimde. Bunları içimden atmalıydım, ne kadar bencilce. Tad şu haldeyken bile kendimin ruh sağlığını düşünüyordum. Yatağına doğru yaklaştım. Serum takılı olan elini, ellerimin arasına aldım. Boğazımı temizledim. Derin bir nefes aldım. Konuşmaya başladım.
Acaba bunu da düşünmüş müydün diye soramadan edemiyorum kendime. Sen vurulduktan sonra fark ettim her şeyi. İkimiz arasında geçtiğini düşündüğüm konuşmalar aslında hep tek taraflıymış. Ben sana şimdiye kadar hiç hayatın ile alakalı bir şey sormamışım. Seni sadece düşünebilen bir robot gibi görmüşüm. Benim hatam. Özür dilerim. Seni tanımak istememişim gibi hissettirmiş olabilirim. Aslında istedim fakat ben olan bu benlik, böyle bir insan işte. Bana ‘’siz ne hakkında düşünürsünüz, komiserim?’’ demiştin. Sana ‘’hayat hakkında düşünürüm.’’ Demiştim. Yalandı. Hep ölümü düşünürüm, Tad. Nasıl bir boşluk olduğunu, karanlıkta ebediyen yalnız kalmak nasıl bir his onu düşünürüm. Sen gibi hayat dolu ve meraklı değilim. Sevgilin olduğunu bile bilmiyordum. Özür dilerim. Senin bana sorup benim cevaplamadığım soruların her biri için özür dilerim. Tekrar uyanacağından emin değilim, emin olmak benim için çok zor ama uyanırsan gerçekten konuşacağımız çok fazla şey var ve bu sefer sorular benden. Sen zaten bayılırsın konuşmaya. Ben sevmem konuşmayı ama söz seveceğim senin için. Seninle bir şeyler paylaşabilmek için elimden gelen her şeyi yapacağım. Seni vuran adamı da bu dünyadan öyle bir sileceğim ki, adını dahi kimse hatırlamayacak.
Daha fazla konuşmak istiyordum fakat odanın kapısının açıldığını duymam beni durdurdu. Gelen Simone’idi. Yorgun ve uykusuz gözüküyordu. ‘’Kötü bir gece miydi?’’ dedim.
-Nasıl iyi olabilir ki, komiserim.
-Haklısın, sen geldiğine göre ben de işime koyulayım.
-Tamam komiserim. Teşekkür ederim.
-Etme sadece bir gelişme olursa hemen haber ver, lütfen.
Kapıdan çıktım. Hastanenin otoparkına doğru ilerledim. Arabama bindim. Evin yolunu tuttum. Eve vardım. Anahtarlarım vardı fakat kapıyı çaldım. Kaya açtı kapıyı, saçlarını dağınık bir topuz yapmıştı. Üstünde sadece geceliği vardı. Eve girdim, hiçbir şey demedik birbirimize. Üstümü değiştirmek için odama gittim. Üstümü çıkarttığımda ağır bir yorgunluk hissettim ve duşa girmeye karar verdim. Sadece bedenimi ıslatmak yetti. Hemen çıktım duştan, Kaya üstüme doğru geliyordu. Islak ve gözümün önüne düşmüş kâküllerimi elleriyle kafamın arkasına doğru taradı. Dudaklarını yaklaştırdı. Kollarımı doladım bedenine ve kafamı omzuna yasladım. Aslında ne kadar güçsüz olduğumu artık Kaya da biliyordu. Bu halime tanık olan Kaya da elleriyle sırtımı sıvazladı. Gözyaşlarım boynunu ıslatmaya başladığında ellerinin daha güçlü bir halde vücuduma değdiğini hissetmiştim. Boynuma dayadığı dudaklarının sıcaklığı içimi ısındırıyordu. Ellerini sırtımdan çekip, yüzümü ellerinin arasına aldı. Ağlamaktan ıslanmış dudaklarımdan öptü beni. Elimi tuttu ve masaya doğru çekiştirdi. Masaya oturduk, tabağımın yanında bir bardak kahve ve bir bardak çay vardı. Gerçekten beni bu kadar düşünüyor muydu? Bugüne kadar belki de Kaya ile olan ilişkimizi karşılıklı bedensel zevk adı altında değerlendirebilirdim fakat bu gün sanırım bu düşüncemin yanlış olduğunun kanıtlandığı gündü. Hazırladığı yemeğe başlamamış, gözlerime dikmişti gözlerini. Gülümsedi. Salak bir mutluluğun içerisinde hissediyordum kendimi. Ona doğru çevirdim bakışlarımı ve konuşmaya başladım.
-İyi ki varsın. Teşekkür ederim.
-Sen de iyi ki varsın.
Kahvaltılarımıza başladık. Bir kahvemden, bir çayımdan yudum alıyordum. İkisini böylesine mutlu tüketmem Kaya’yı da mutlu etmiş olmalı ki, kahkahalarını tutamıyordu. Kahvaltısını bitirip kalktı masadan, ben de bitirmiştim fakat masadan kalkmak istemiyordum. Bunu anlamış olmalı ki yanıma tekrar geldiğinde, elinde iki tek sigara ve çakmak vardı. Sigarayı benim yüzümden içmeye başlayan bir kadın vardı artık. Yanında ki için yavaş bir intiharı seçen birisi. Sigarayı ağzıma doğru uzattı ve yaktı sigaramı. Masamın karşısına oturdu ardından kendi sigarasını yaktı. Sigaramı içerken, sanki ilk sigarammış gibi acıyordu ciğerlerim. Dışarıyı izliyordum, havanın nasıl olduğuna bakıyordum. Kaya’nın beni izlediğini hissediyordum. Hiçbir şey demeden beni izliyordu. Ne düşünüyordu diye düşünmeden edemiyordum. Sigaram bitti, masadan kalktım odama doğru ilerledim, giyinmek için. Hala bornozumlaydım. Giyinirken yanıma gelip, yatağa oturdu ve beni izlemeye başladı. Bu konuda bir nebze utanmıştım. Oda bunu hissetmiş olmalı ki ‘’Rahatsız mı oluyorsun?’’ dedi. Hayır dercesine salladım kafamı, çıplak değildim ki neden rahatsız olayım azıcık utanmıştım sadece. Mavi kot pantolonumu götüme geçirdim ve dolabımdan gömleklere bakıyordum. Gözüme kestirdiğim gri gömleğime elimi uzatmam ile birlikte ayağa kalkması ve o gömleği elimden alması bir oldu. Dolap ile benim arama kendini sıkıştırarak girdi ve elini siyah gömleğime attı. Askısından çekip aldı ve üstüme doğru tuttu. Üstümde duruşunu beğenmiş olmalı ki gömleği askısından kurtarıp, başımın üstünden arkama doğru uzattı. Kollarının çok uzun olmaması nedeniyle vücutlarımız birbirine değiyordu. Gömleği kollarımdan geçirdikten sonra daha önünü iliklemeden yakalarını biraz sıyırıp dövmemden öptü beni. Dudaklarım, yanaklarım veya boynum bir öpücük için her zaman hazırdı fakat dövmemden öpmesi farklı bir anlam içeriyordu. Ben gömleğimin düğmelerini iliklerken, o da manşetlerimi ilikledi. Evden ayrılmak için hazırdım. Ayakkabılarımı giydim ve kapıyı açtım. Akşam görüşürüz deyip, yanağından öptüm.
-Akşam beni al ve Tad’i görmeye gidelim ne dersin?
-Çok güzel olur. Gelirken ararım.
Kapımın kirişinde veya arabamın camına bırakılmış bir zarf yoktu. Katilimizi özlemiştim sanırım. Arabama atlayıp merkeze gittim. Merkezin yolu, günler geçtikçe daha da uzuyordu sanki. Arabamın teybinde çalan müziğe Tad’in sesi eşlik etmediği zamanlarda yolculuğun bu kadar sıkıcı olabileceğini hiç düşünmemiştim. Merkeze varmıştım. İçeriye bir kargaşa hâkimdi. Herkes bir yerlere koşuşturuyordu. Birkaç memur koşuşturmalarını yavaşlatarak bana geçmiş olsun dileklerini iletiyorlardı. Masama doğru gittim, sanki benim değilmiş gibiydi. İlk defa bu kadar uzun süre masama uğramamıştım. Karşı masada oturan bir Tad yoktu. Bana pis pis gülecek bir yaver. Her şeyi bilen bir yaver. Tad’in vurulmasıyla ilgili deliller hakkında sorular sormak için bir memuru yanıma çağardım. Hiçbir delil bulamadığını söyleyen memuru azarlamamak için elimden geleni yaptım. Masamdan kalktım, olay yerine doğru gitmek için merkezden ayrıldım. Elimde hiçbir şey yoktu.
Olay yerine doğru giderken gördüğüm ağaçlara baktım. Tad gibi bakmak istedim. Onun gibi görmek istedim. Başarabildiğimi söyleyemem çünkü farklı hiçbir şey hissetmedim. Olay yerine varmıştım. Hiçbir şeyden haberi olmayan insanların etrafta yaptığı hareketler gösteriyordu ki hayat sıkıcılığı ve normalliğiyle devam ediyordu. Tad’in vurulduğu yeri spesifik olarak bulabilmek için gözlerimi asfalta yapıştırmam gerekti ancak öyle Tad’in kanının bir kısmını görebildim. Ayağa kalktım, gözlerimi etrafımda ki binaların çatılarında gezdirdim. En uygun açıyı gerektiren binayı gözüme kestirip binaya doğru ilerledim. Binanın kapısını nasıl açtırabileceğimi düşünüyordum fakat kapıya vardığımda buna gerek kalmadı. Kapı zaten açıktı. Paspal eski bir binaydı. Eski olmasından dolayı asansörü olmamasını yadırgamamıştım. Binanın çatısına çıkmıştım. Dışarıdan bakıldığında bu kadar geniş bir görüş açısına sahip olabileceği aklıma gelmezdi. Eğer Tad’i vuran kişi bu binadan ateş etmişse, sokağı gören ve ateş etmeye en uygun olan yeri kendi kafamda belirledim. O köşeye gittim ve bir barut kalıntısı, tüfek ayağı izi veya bir mermi kovanı bulma umuduyla fakat hiçbir şey yoktu.
Sanki elimde bir tüfek varmışçasına dayadım kendimi çatıya ve sanki Tad geliyormuş gibi o yola doğru nişan aldım. Bir şeyler görebilmek için kendimi zorluyordum. Sokakta Simone ile beraber yürüyen Tad’i hayal etmeye çalışıyordum. Vurulduğu anda ki yere düşüşünü hayalimde canlandırmak istiyordum. Bunun nedeni suçluyu yakalamaktan öte orada yanında olamamamın verdiği suçluluk duygusuydu. Ona hiç yardım edemiyor olmamdan dolayıydı. Çöktüğüm yerden kalktım, toz olan üstümü ellerimle silktim. Elimi ceketimin cebine atıp bir sigara çıkardım. Sigaramı yaktım ve bulunduğum çatıdan etrafı izledim. İnsanların normal hayatlarını nasıl koşuşturmalar ile doldurduklarını izledim. Sigaramın yarısında telefonumun titreşimini hissetmem ile tüm odağım kaybolmuştu. Elimin telefona ulaşıp kilidini açma süresi bile kimden geldiğini, ne yazdığını düşünmemek için çok uzun bir süreydi. Bilinmeyen bir numaradan gelmişti ve sadece bir adres yazıyordu. Katilimiz olma ihtimali yüksekti.
Zaman kaybetmemek için bulunduğum çatıdan atlamak merdivenlerden daha mantıklı geliyordu. Koşarak, binanın önüne vardığımda keşke buraya gelirken arabamla gelseydim diye düşünmeden edemedim. Mesajda yazan adrese tekrar bakıp, sağa doğru mu yoksa sola doğru mu koşmam gerek diye kısa bir süre düşünüp, sağa doğru koşmaya başladım. Adresi biliyordum ama daha önce hiç koşarak gittiğimi zannetmiyorum. Adrese varana kadar, onlarca insana çarptım ve hiç birinden özür dileyecek vaktim olduğunu düşünmedim. Güneşten solmuş bir tabelada mesajda yazan adresi gördüm. Silahımı çıkarttım, mermiyi silahımın namlusuna sürdüm. Kapıyı yavaşça açtım. Görmeye başladığım şey koskoca bir boşluktu. Bulunduğum binanın eski bir fabrika veya eski bir depo olma olasılığı çok yüksekti. Kapıdan tam anlamıyla geçtiğimde gerçekle karşılaşmıştım.
Binanın diğer ucunda bir sandalyeye bağlanmış ve ağzı kapatılmış birisini gördüm. Kapının kapandığında çıkardığı ses ile beraber yüzünü bana çeviren maskeli birisi daha vardı binada. Ben silahımı doğrultmadan önce maskeli kişinin ‘’ Hoş geldin, Rich’’ demesiyle sesi tanımıştım. Bu sesin kaynağı benim dans partnerimdi. Silahımı belime sokuşturup onlara doğru yürümeye başladım. İlk ne sormalıyım diye düşünürken birden ağzımdan ilk soru çıkıverdi.
-Ne yapıyorsun burada?
-Her zaman nezaketini arka plana atıyorsun Rich. Burada sana söz verdiğim şeyi yapıyorum.
-Ne sözüymüş?
-İşte karşında ki bu adam, benim sana olan sözümün somut hali.
-Yoksa?
-Evet, Rich. Bu adam Tad’i vuran adam.
Çok fazla duyguyu aynı anda vücudumda hissetmek, çocukluğumdan beri yaşamadığım bir şeydi. İntikam, adrenalin, bana verilmiş olan bir sözün tutulmuş olması, sevgi ve minnet. Tad bu saatten sonra kendine gelir mi, bilmiyorum fakat artık intikamı alınmış olacaktı.
-Sevgili komiserim, önceden konuştuğumuz muhabbeti hatırlamanın vakti geldi. Yaşamayı kim hak ediyor? Birinin canına kastetmiş birisi tutuklanmalı mı yoksa ölmeli mi?
Katilimizin konuşmaları zehir gibi damarlarımda geziyor, düşüncelerimi kirletiyordu. Bir karar vermem gerekiyordu. Doğru ya da yanlış olması önemli değildi. Benim kararım olmalıydı. Katilimizin bana doğru uzattığı çiçeği elime almadan önce kendi kararımı vermeliydim. Evet, bu adamı öldürebilir veya tutuklayabilirdim ama önce onu dinlemek istiyordum. Ağzında ki bandı hızlıca çekip çıkarttım. Karşımda suratına aptal bir gülüş takınmış birisi vardı. ‘’Konuşmaya başlasan iyi olur.’’ Dedim.
-Ne anlatmamı istersin, komiser?
-Tad’i neden vurduğun ile başlayalım.
-Gecenin tam o saatinde sokakta dolaşması onun şanssızlığıydı. Kişisel değildi.
-Bu ne demek böyle?
-Kimi vurduğumu bile bilmiyorum, komiser. Orada bulunduğu için vuruldu.
-Zevk için birilerini öldürüyorsun yani.
-İnsanlar zaten ölüyor ben sadece bazılarının ölümlerinin sebebi olabiliyorum.
-Gördün mü, Richard? İnsanları öldürme hobisi olan birini tutuklamak istiyorsun. Ahh, böyle şeyler gördükçe insan kişisel cinayetleri bile özlüyor. Onun yaşamasına izin vermek senin elinde Richard. Böyle bir yaratığın yaşamasına izin vereceksen çiçeği sakın elimden alma.
Silahımı çıkarttım, karşımda eli kolu bağlı olan adamın alnına dayadım. Tetiği çekmek için yeterince tahrik edilmiştim. Yine de, tetiği çekmek konusunda kararsızdım. Bu tetiği çektiğimde içimde bazı şeyler yeşerecek ve bazı şeyler çürüyecekti. Ellerim titremeye başladı. Tetiği çekmek istesem de bir şey bana engel oluyordu. Duygularımın hiçbirini hissetmediğim hatta hiçbir şey duymadığım bir anda parmağım tetiği çekmiş bulundu. Artık pişman olmak için çok geçti. Dans partnerim elinde ki çiçeği adamın göğsüne bıraktı. Arkasını döndü ve kapıya doğru yürümeye başladı. Gidişini izliyordum sanki bana bir şey yaptırmak istediği tek şeymişçesine terk ediyordu çünkü beni. Bir an durdu, maskesini çıkarttı ve bana döndü.
Açık kahverengi gözleri, güneşin ateşini çalmış olan kızıl saçlarıyla muhteşem bir kombindi. Yüzünün her yerinde ki çiller, gamzelerinin olduğu yerde seyrekti. Gülüyordu. Tanrım, gülüşü çok güzeldi. Yüzümde hayran olmuş bir ifade olduğuna eminim. Az önce bir adamı öldürmemi isteyen kişi bu kadar güzel olmamalıydı. Bana doğru yürümeye başladı. Üstünde ki siyah eşofman üstünün fermuarını indirdi. Eğer beni öpmek isteyecekse bunu engelleyecek güce sahip değildim aynı zamanda hazır da değildim. Dona kalmış şekilde yaklaşmasını seyrediyordum. Nefeslerimiz değmeye başlamıştı. Gömleğimin ilk iki düğmesini çözdü ve üstünde ki sporcu atletini göğsünün ortası gözükecek şekilde sıyırdı. Göğsünde ki dövme, bana yaptığının aynısıydı. Elimi dövmesinin üstüne koydu. Öyle garip bir duygu içerisindeydim ki hiçbir hareketine karşı koyamıyordum. Kendi elini de benim dövmemin üstüne koydu. Sessiz bir tonla dudaklarıma doğru konuştu.
‘’Aynı bedende dans ettiğimizi unutma.’’
Lisede ilk öpücüğünü almış bir genç gibi, utanarak kaçtım yanından. Yürümeye başladım, arkamdan hiçbir şey söylemedi. Beni takip de etmedi. Ne yaptı hiçbir fikrim yok. Saat geç olmuştu ve Kaya’yı evden alıp Tad’i görmeye gitmem gerekiyordu. Kaya’ya söz vermiştim. Hayatımda ki tüm duygularımı sanki son 30 dakika içerisinde yaşamıştım. Sigaraya ihtiyacım vardı. Çıkartıp yaktım bir tane. Eve doğru düşüncelerimde kaybolarak yürümeye başladım. Birini öldürmüştüm, masum değildi ama yıllardır masum olmayan insanları yakalıyordum. Rutinimi değiştirmiştim hatta bunu birinin etkisiyle bile yapmış olabilirdim. Manipüle edilmiştim. Suçlu olduğunu düşündüğüm ve aylardır kovaladığım kişiye neredeyse aşık olmuştum ve artık onun yüzünü biliyordum. Eşkalini çizdirip arama emri çıkarttırabilirdim. Polisliğimden ne kalmıştı ki bunu yapacaktım. Aradığım intikamı da almıştım. Tad için belki de iyi bir şey yapmıştım. Bunu Tad için mi yapmıştım? Tad, böyle bir şeyi istemezdi. Bunu tamamen kendim için yapmıştım. Tad’i zamanında koruyamadığım için bunu kendime borç bilmiştim. Birini öldürmüştüm. Bir katile dönüşmüş ve bir katile aşık olmuştum. Kaya’yı aldatmış mıydım?
Düşüncelerim, bedenimi ele geçirip beni intiharıma sürüklemeden önce evime varmıştım. Kaya çoktan hazırlanmış, sigarası ve muhteşem okuma gözlüğüyle camın kenarında ki tekli koltukta oturmuş kitap okuyordu. Geldiğimi duyduktan sonra okumasını hiç bozmadan sayfayı bitirene kadar bekledi. Bir ayracı kaldığı sayfaya koyup kitabını kapattı. Ellerinin arasında kitabı tutmuş, bana bakıyordu. Gömleğimin yakasını işaret etti. Gömleğimin yakasını kapatmayı unuttuğumu ancak o gösterdiğinde fark edebildim. Hemen bir yalan uydurdum ve odama üstümü değiştirmeye gittim.
Gömleğimin kapalı olan düğmelerini çözmeye başladım. Arkamdan odaya doğru geldiğini duyuyordum ama aldırış etmedim. ‘’Bir saat kadar önce hastaneden aradılar, Tad kendine gelmiş, iyileşecekmiş.’’ Dedi. Bunu duyduğuma çok sevinmem gerekiyordu fakat o kadar da sevinmemiştim. ‘’Bu muhteşem.’’ Dedim. Gömleğimin düğmelerini çözmüştüm, üstümden söküp atarcasına çıkarttım gömleği ve yatağa fırlattım. ‘’Tad, kendine gelmiş, acele etmemize gerek yok.’’ Dedi ve arkamdan sarıldı. Dudaklarını ensemde hissediyordum. Elleriyle kemerimi çözmeye başladı. Durdurmak istemiyordum ama devam etmek de istemiyordum. Yüzümü ona döndüm. Tam şimdi sırası değil diyecektim ki dudaklarımı dudaklarıyla kapattı. Duygularımın bir yere akması gerekiyordu. Bu akıntıya dur diyemezdim çünkü sevişmek duygularımın akması için muhteşem bir dere yatağıydı. Üzerinde ki uzun kıyafeti omuzlarına doğru çekiştirerek çıkarttım. Elleri ile ensemden yakalamıştı beni ve dudaklarımı kaçıramıyordum. Geri geri yürüyerek kendini ve beni yatağa düşürmüştü. Açık olmasını umursamadığımız lambanın altında perdelerin kapalı olmasını istemediğimiz ve battaniyenin altına girmeye yeltenmediğimiz duygulardan oluşan bir nehrin çarptığı her şeyi yıktığı gibi, umursamazdık.
Hazırlanmış vaziyette beni bekliyordu, evden çıkmak için. Ben odada üstümü giymeye çalışırken o mutfakta huzursuz bir şekilde dolanıyordu. Adımlarının sertliğinden dolayı huysuz olduğunu düşündüm. Huysuz olmasını gerektirecek nedenler vardı ama bilmesine imkân yoktu. Hazırlandım ve evden çıktık. Hastaneye varana kadar ağzını bıçak açmadı. Nedenini gerçekten anlayamamıştım. Hastaneye gitmeden önce bir botanikte durduk ve çiçek aldık. Gözüme ilk takılan şey Calla lily’ler olsa da, bir demet orkide aldık.
Hastaneye vardık, Tad’in odasına kadar gelmiştik. Kapıyı tıklattık ve ‘’Gel!’’ sesiyle içeriye girdik. Tad sapasağlam gözüküyordu. Arkasını yaslamış, dik oturuyor ve Simone’a gülüyordu. Beni gördüğünde gözlerinde ki sevinci görebilmiştim. O gördüğüm bir parça sevinç, yaşadığım bu karmakarışık günü unutturmuştu bana. Kaya aldığımız çiçekleri Simone’a doğru uzattı. Yanlarına oturmuş sohbet ediyor, Tad’in nasıl hissettiğinden bahsediyorduk. Aslında onlar bunlardan bahsediyorlardı, ben ise sadece Simone ve Tad’i seyrediyordum. Tad’in yatağının köşesine sırf Tad rahatsız olmasın diye götünün yarısıyla oturmuş haline bakıyordum. Ellerinin birbirlerini nasıl kavradıklarına bakıyordum. Öylesine dalmışım ki bu güzel ilişkiye bana sorulan soruyu duymuş fakat algılayamamıştım.
-Affedersiniz, duyamadım.
-Beni vuranı yakaladınız mı, komiserim?
-Hayır, Tad. Üzgünüm, daha yakalayamadık.
Birden yalan söyleyivermiştim. Hiç çekinmeden, sakınmadan, bir gram dahi utanmadan yalan söylemiştim. Öldürdüğümü söyleyememiştim. Söyleyemezdim elbette, ne diyecektim. ‘’ Tad, seni vuran adamı katilimiz yakaladı ve beni çağırdı. Biraz manipüle edilmiş olabilirim. Öyle bir ortamda olsan eminim sende vururdun’’ mu diyecektim. Ne saçma! Elbette yalan söyleyecektim ve söyledim. Tad’in midesi bunu kaldırmayabilirdi ama ben hiç pişman hissetmiyordum kendimi. Telefonumun çalması ile odadan ayrıldım ve telefonu açtım. Merkezden arayan bir polis memuru, beni merkeze çağırıyor ve sürekli olarak acil olduğunu söylüyordu. Telefonu kapattım ve odaya girdim. Durumu açıkladım. Kaya ile beraber odadan ayrıldık. Kaya kendisini evine bırakmamı istedi. Onu bıraktım ve merkeze doğru yola koyuldum. Saat geç olmuştu, bu saatte acilen merkeze çağırılıyorsam bunun nedeni güneş saçlı kadın olabilirdi.
Merkeze vardığımda herkes bir bilgisayarın başına toplanmış, bir şey seyrediyorlardı. Polis memurlarından biri yanıma gelip ‘’Komiserim, bunu izlemelisiniz.’’ Dedi ve kolumdan çekiştirerek ekranın başına götürdü beni. Geldiğimi gören bir memur oynayan videoyu başa aldı.
Bir sandalyeye oturtulmuş, elleri ve ağzı bağlanmış bir adam vardı videoda. Adamın göğsü yarıklar içerisindeydi. Adamın acıdan kafasını geriye düşürmesiyle daha net görebilmiştim. O yarıklar sadece yarık değildi. Bir Calla lily çiziliydi adamın göğsünde fakat bu sefer dövme makinası değil, bıçak ile yapılmıştı. Bunu yapan cani, acı içinde olan adamın arkasına geçti. Saçlarından yakalayıp kafasını doğrulttu. Ağzını çözdü, acı içinde kıvranan adamın ağlarken ki hıçkırıkları bile bana acı vermeye yetmişti. Adamın okuyabileceği şekilde bir kağıt parçası tuttu adamın önünde ve acı içinde ki adam okumaya başladı. ‘’ Her çiçek ölür, güz geldi. ‘’ Adam bu kelimeleri söyledikten sonra ölümü için yalvarmaya başladı. Acı içinde ki adam katilimize bakmaya çalışırken aynı zamanda da yalvarıyordu. Bu videoyu çeken acımasız kılı kıpırdamadan adamın şah damarını açtı. Adam yaşamın son acısını tadarken katil ‘’ Ahh! Nefis! ‘’ dedi ve video kapandı.
Herkes gözlerini bana dikmiş, beni izliyordu. Sanki konuşmamı bekliyor gibilerdi. O aptal bakışlarını üstümden çekmeleri için gözlerimi hepsinin üzerinde yavaş yavaş gezdirdim. Herkese emirler yağdırmaya başladım. Videonun kaynağının bulunması, nerede çekilmiş olabileceğinin bulunması, katilin ses analizi, kurbanın kim olduğu ve cesedin nerede olduğu gibi emirleri dağıttım. Sabah hepsini masamda istediğimi söyledim ve otoparka yöneldim. Arabamın yanına geldiğimde sileceklerime sıkıştırılmış bir mektup vardı. Bu heyecanı özlediğimi fark ettim. Şöyle yazıyordu, - İntiharıma en yakın yerdeyim, melek bahçesi. - Bana mektup yazan kim vardı ki, güneş saçlı dans partnerimdi bu. Arabama atladım ve melek bahçesine gitmeye başladım. Yolu bulmakta biraz zorlansam da sonunda melek bahçesine gelebilmiştim. Şimdi yapmam gereken, güneş saçlının nerede olduğunu bulmaktı. Burası büyük bir yerdi, arabamın farlarının onun arabasına çarpmasıyla fark edebildim nerede olduğunu. Yavaşça sürdüm arabamı. Farımdan çıkan ışıklar onun bedenini aştığında geldiğimi anlamış olmalı ki arkasını döndü. Motoru durdurup indim arabadan ve ona doğru yürümeye başladım.
Gecenin derin bir siyahlığı vardı fakat güneş saçlarının rüzgârdan dalgalanışını görebiliyordum. Beni gördüğüne sevinmiş gibiydi, yalan söyleyemem ben de çok sevinmiştim. Beraber uçurumun kenarında öylece dikiliyorduk. Bir katille beraber bir uçurumun kenarında dikiliyordum. Güven böyle bir şey olmalıydı ya da ölümden korkmuyordum. Saatlerce hiçbir kelime etmeden ve kıpırdamadan öylece gecenin sonsuz kıyısına bakmış, dalgaların faleze çarpan seslerini dinlemiştik.
-Hala adımı bilmiyorsun.
-Hep bir gizemdin ben de, ismini bilmemek daha heyecanlıydı.
-Evangeline. Adım Evangeline.
-Güneş saçlı kadın daha güzel gelmiyor mu kulağa?
-Ben bunu seni öpmem için bir davetiye olarak kullanabilir miyim?
Bunu asla ret edemez aynı zaman da buna asla cevap da veremezdim. Sorusundan sonra sadece sustum. Konuşurken birbirimize dönmemiştik ve ben hala suyun dalgaları üzerinde ki ay yansımasını seyrediyordum. Solumuzdan esen rüzgar saçlarının yüzüme değmesine neden oluyordu. Rüzgarın serinliğini yüzümün ve boynumun solunda hissetmeye alışmıştım fakat şuan daha ılık bir esinti vardı boynumda, sanırım boynuma değen bu esinti Evangeline’in nefesiydi. Yavaşça ona doğru döndürdüm vücudumu, karşımda ki manzara fazlasıyla etkileyiciydi. Ona doğru dönmem ile beraber gerilen dudakları, gamzelerinin belirmesine neden olmuştu. Gamzelerinden kaçan o çil taneleri okyanusun ortasında ki bir avuç suyun ayrı ayrı damlaları gibiydi. Gülüşünün sıcaklığı cehennem kadar sıcak ama cennet kadar huzurluydu. Gülüşünü hiç eksiltmeden yaklaştı. Bana günahlarımın bedelini soracak bir zebani ya da günahlarıma sebep olacak bir melekti bu yaklaşan. Cehennemin sıcaklığının böylesine hayat dolduracağını bilmezdim, bir dudağın değmesiyle dudaklarıma boğazımdan yaşam dolmuştu benliğime. Sıcak, tek ve uzun soluklu bir öpücüktü bu.
Dudaklarımızın ayrılmasıyla gözlerimiz buluşmuştu. Birbirimize yakın vücutlarımız karşılıklı dururken gözlerimizi kırpmadan birbirimizin gözlerinin içinde geceyi arıyorduk. Gözlerini kaçırmadan ellerini saçlarına götürdü ve yavaşça toplamaya başladı saçlarını. Saçlarına tokasını bir kez geçirdikten sonra gözlerimi ayırmadan ellerimi saçlarına attım ve tokasını nazikçe çıkarttım. Hiçbir mimiğimiz hareket etmiyordu sanki ama konuşuyor gibiydik. Çıkarttığım tokayı bileğime geçirdim. Aramızda bir temas yoktu fakat vücutlarımızdan birbirinden akan akımı hissetmemek mümkün değildi. Neredeyse vücutlarımız arasında şimşekler çarpıyordu diyebilirim. Etrafımızda sesten rahatsız olacak birileri varmış gibi sessiz, benden korkan küçük bir çocuğa sesleniyormuş gibi sakince ‘’Evangeline’’ dedim.
Beni duymasıyla dudaklarını bana adaması bir oldu. Üstümde ki ceketi çıkartmak için kollarını ceketimin yakalarına getirdi. Ceketimin yere düşmesiyle üstünde ki şalın düşmesi için kollarını aşağı sarkıtarak geriye doğru esnedi. Omuzlarından düşen şal, bizi yalnız bırakmayan rüzgarın elinden tutarak uçurumdan uçmaya başladı. Üstünde ki yün kahverengi kazağını ellerimle boynundan azat ettim. Gömleğimin düğmelerini açmak için uğraşmak istemedi ve kopardı düğmelerimi. Gözlerimiz, dudaklarımız ve dövmelerimiz birbirlerine kenetlenmiş durumdaydı. Dudaklarımız dans ederken ikimizde pantolonlarımızı çıkartmak için uğraşıyorduk. Vücudunun her yerinde bulunan güneş tozuna bulanmış çillerinin üzerinde gezdiriyordum elimi. Elimi tuttu ve beni uçurumun kenarına oturttu. Bacaklarım uçurumdan sarkıyordu. Korkuyordum ama belli etmek istemiyordum. Ben o halde iken kucağıma geldi. Ölüme bu kadar yaklaşmış olabilirim ama hiç bu kadar uzun süre o yakınlıkta kalmamıştım. Meleklerin bahçesinde cehennemi yanımıza çağırıyorduk. Gökyüzünde ki dolunayın bir spot ışığı edasıyla üstümüzde gezinmesi, dalgaların ritmini yakalamaya çalışmamız kadar heyecan vericiydi. Dolunayın vakti dolmuştu, gecenin bitiminde gökyüzü yavaşça siyahı terk edip maviye koşuyordu. Dalgaların ritmi ile devam eden dansımız, güneşin doğması ile sonlanmıştı. Güneşin aceleci birkaç ışığı Evangeline’in saçlarının arasından yüzüme geliyordu. Tanrım, o manzara o kadar güzeldi ki.
Uçurumdan ayaklarımızı yan yana sarkıtmış oturuyorduk. Birden ayağa kalktı. Elini uzattı ve tuttum. Beni yerden kaldırdı. Uçurumdan biraz uzaklaştı.
-Böylesine muhteşem bir geceye güzel bir son yakışır, Richard.
-Ne demek istiyorsun?
-Atlamaya hazır mısın?
-NE! HAYIR! Değilim elbette. Olmaz!
-Benimle beraber ölüme yaklaşıp onu koklar mısın, lütfen?
-Bunu yapabileceğimden emin değilim.
-Ben eminim.
-Daha giyinmedik bile.
-Daha iyi ya geldiğimizde kuru şeyler giyeriz.
Ben zaman kazanıp vaz geçirmeye çalışmak için düşünürken o koşmaya başlamıştı bile. Beni tutmuyordu fakat ona doğru çekiliyordum. Orada bir ölüm varsa ikimizin ölümü olmalıydı, belki de dansımızın son adımları idi bunlar. Son olsa da estetikti. Kendini aşağı bırakırken arkasına döndü ve bana baktı. Bir uçurumdan birisiyle göz göze düşmek üzereydim. Toprağa basabileceğim son yerden hiç tereddüt etmeden ayırdım ayaklarımı ve kendimi boşluğa, dans pistimize bıraktım. İki saniyenin bu kadar uzun süreceğini tahmin etmek mümkün değildi. Ölüme böylesine yaklaşmak ve suyun serinliği, damarlarımda yaşamın kirli gezintisini hissetmeme yardımcı olmuştu. Düşmeye başladığımda çok korkmuştum fakat şuan tekrar tekrar bunu yapmak istiyordum. Suyun derinliklerinde nefesim yettiğince onu takip etmiştim. Nefesim tükenmeye başladığında yüzeye doğru yüzdüm. Ben yüzeye çıkıp soluklanırken aynı zamanda onun çıkmasını bekliyordum. Bekliyordum çünkü atladığımız yere ulaşabileceğimiz en yakın kıyıyı bile bilmiyordum. Güneş ile kafam neredeyse aynı seviyedeydi ve ben içimde ılık bir duygu hissediyordum tıpkı ufacık bir çocuk gibi. Saçlarını geriye alarak suyun yüzeyine çıkan, tıpkı annemin küçükken okuduğu masallarda ki deniz kızı ile karşı karşıyaydım. Güneşten çaldığı saçlarının ıslaklığından dolayı parlaması gözlerimi alıyordu, resmen bir gecenin ikinci gün aymasına şahit oluyordum. Onu izlediğimi fark ettiğinde utancımdan dolayı konuyu değiştirmek için ilk aklıma gelen şeyi söyleyivermiştim. ‘’Kıyıya çıkabilir miyiz, işe gitmem gerek.’’ Ahh! Ne kadar aptalca. Hiçbir şey dememişti bu cümleme karşılık. Kıyıya doğru yüzmeye başladık. Sabahın ilk saatlerinde bir kadınla beraber çırılçıplak turistik bir mekanda yüzüyordum. Kendimi tanıyamıyordum artık. Etrafta kimsenin olmaması tamamen şanstı. Arabalarımızın yanına varmıştık. Üstümüzü giyindik.
-Kendine iyi bak, Evangeline.
-Sen de, Richard.
Bu sade konuşmayı yapmaktan kesinlikle daha fazlasını istiyordum ama ona karşı hareketlerimi, davranışlarımı hatta kelimelerimi bile ben seçmiyor gibiydim. Belki de uzun zamandır ilk defa kalbim ile hareket ediyordum. Arabama bindiğimde bir titreme sardı bedenimi. Üşümüşken birden sıcak bir yere geçtiğimde hep olurdu bu. Elimi hemen ceketimin cebine attım, sigara içmem gerekiyordu hatta yanına güzel sade ve demli bir kahve de harika giderdi diye düşünmeden edememiştim. Sigaramı yaktım ve arabayı çalıştırdım. Merkeze doğru sürmeye başlamadan önce bir giysi dükkanına uğrayıp kendime bir gömlek aldım. Motorların ısınmasıyla kaloriferleri çalıştırdım. Eve uğramak istemiyordum. Merkeze gidene kadar kurumuştum. Arabamı park ettiğimde yanımdan geçen doktor, dün ki videoda ki cesedin gece bulunduğunu ve gerekli incelemelerin yapıldığını söyledi. Odasına kadar ona eşlik edip dosyaları aldım ve kendi büromun bulunduğu kata inmeye başladım. Büromun katına geldiğimde ben daha masama yönelemeden takım elbiseli bir adam ‘’Komiser, Richard?’’ diye üstüme doğru yürüdü. Evet dercesine salladım kafamı ve uzattığı elini tuttum. Sert bir imaj için hafifçe sıktım elini.
-Merhaba komiserim, ben müfettiş Harold, içişleri tarafından görevlendirildim. Bahçıvan diye tanınan seri katil soruşturması hakkında sizi ve ortağınızı sorgulamak ile yükümlüyüm.
-Anladım, hoş geldiniz ama kusuruma bakmayın daha önemli bir soruşturmam var.
-O halde ben de ortağınızla başlayayım, o nerede acaba?
-Hastanede, silahlı bir saldırıda yaralandı.
-Adresini memurlardan öğrenirim, teşekkürler.
Bu ne biçim bir müfettişti. Gerçi hayatımda gördüğüm ilk müfettiş bile olabilir. Yine de gözüm tutmamıştı. Müfettişin bürodan çıktığından emin olduğumda, telefonumu çıkarttım ve Simone’ı aradım. Tad’in uyanık olduğunu öğrenip hemen telefonu ona vermesini istedim. Tad’in sesini duymamla beraber durumu ona açıklamaya başladım.
-Tad, beni iyi dinle. Bir müfettiş gelecek ve sana katilimiz hakkında sorular soracak. Sorularını cevapla adamın, onda şüphe bırakmanı ikimizde istemeyiz ama sakın bizle olan yakınlığından bahsetme. Adamı gözüm tutmadı. Geleceğini biliyorsun ama bilmiyormuş gibi davran. Akşam uğrayacağım görüşürüz.
Rüzgar gibi bir konuşma yapmıştım. Tad daha baygın halde iken ona söylediğim şeyleri duymadıysa sanırım şimdiye kadar ilk defa bu kadar çok konuştuğuma tanık olmuştu. Telefonu aniden kapatmam da şaşkınlığına şaşkınlık katmış olmalıydı.
Müfettişi kafamdan atıp şehrimde ki yeni katilin peşine düşmek istiyordum. Masama geçtim. Her şey güzel ilerliyordu. Elimde otopsi raporu ve masamda olay yerinin raporu vardı. İşe tekrardan koyulma vakti gelmişti. Aşık olmadığım bir katili yakalamak belki de eski benliğimi yerine getirirdi. Otopsi raporunda yüzeysel olsa da neler yazabileceğini biliyordum. Ölüm nedeni boynunda ki bıçak darbesiydi. O yüzden ilk olarak olay yeri raporuyla ilgilenmek istedim. Dosyayı açtım, içinde ki fotoğrafları tek tek masanın üstüne serdim. Cesedin bulunduğu yerde fazla kan olmaması çok normaldi çünkü videoyu izleyen herkes kurbanın orada öldürülmediğini biliyordu. Olay yerinde parmak izi bulunduğunu uzun zamandır görmüyordum. Elbette neşem o kadar da uzun sürmedi çünkü bulunan parmak izleri sistemimizde kayıtlı olmadığından kime ait olduklarını da bulamamıştık. En azından bir şüphelimiz olduğunda eşleştirebileceğimiz bir parmak izi vardı. Otopsi raporunda da düşündüğümden daha fazlası çıkmadı. Elimizde delil vardı ama bir boka yaramıyordu.
Otopsi raporunda ki bir resimde adamın göğsünü gördüğümde birkaç şey yerlerine oturmaya başlamıştı. Adamın göğsünde bıçaklarla yapılmış bir Calla lily vardı. Bu Evangeline’e yapılmış bir tehdit olabilirdi ya da Evangeline’i taklit eden biri olabilirdi ki iki seçenekte kocaman bir kaostu benim için. Evangeline’e ulaşıp uyarmalı mıydım diye düşünüyordum. Resmen bir katili başka bir katilden korumaya çalışıyordum. Ona katil demek rahatsız ediyordu artık beni. Adı ile hitap etmek en güzeliydi sanırım. Kendi başının çaresine bakabilirdi.
Merkezden apar topar çıktım, arabama atladım ve evin yolunu tuttum. Daha saat erkendi ve ben hiç uyumamıştım. Güzel bir çalma listesi eşliğinde kahvaltımı eder, üstüne çayımı içerim ardından da uyurum gibi planlar yaptım yol boyunca. Apartmanıma varana kadar evde Kaya’nın da olabileceği aklıma gelmemişti. Dairemin kapısını sessizce açtım ve girdim içeri. Kimsenin olmaması beni rahatlatmıştı. Kaya’yı aldattığım gecenin sabahı onunla karşılaşmak benim için iyi olmazdı.
Kahvaltılarım için hali hazırda bekleyen çalma listemi oynatmaya bıraktım. Kahvaltımı hazırlamaya başladım. Çok bir şey hazırlama niyetinde olmadığım için hazırlamam uzun sürmemişti. Tabağımı kucağıma, bardağımı yere koydum ve koltuğuma uzandım. Dizüstü bilgisayarımda oynamakta olan çalma listemde ki parçaların kliplerini izleyerek, muhteşem bir sabaha imza atıyordum. Tabağım bitmemişti fakat canımın sigara istemesiyle yemeğimi bitirme kararı almıştım. Tabağımı yere bıraktım ve dizüstü bilgisayarımın üstünde duran paketimden bir dal çıkartıp ateşe verdim. Küllüğümü yakınlara bir yere koymamış olmamın pişmanlığı sadece 3 saniye sürmüştü. Sigaramı tabağıma söndürdüm ve koltuğun üzerinde katlı olan battaniyeyi üzerime çekerek kapattım gözlerimi.
Devamı gelecek hafta….
o
Yorumlar