top of page

Bölüm 5: Çiçeğin dansı

  • Yazarın fotoğrafı: Jhin
    Jhin
  • 20 Ara 2017
  • 15 dakikada okunur


ree

Güneşin doğması, boğulduğum okyanustan çıkmam gerektiğinin habercisiydi. Sabah olmuş, kimilerine gün doğmuştu. Çürümüş aşkımın kokusunu, nefesim ile taşıyordum. Yataktan doğruldum, ayaklarımı sarkıttım yatağımdan, yerler soğuktu. Ağzımdan gece boyu akmış salyalarımı elimin tersiyle sildim. Gözlerim ağrıyordu, ne zaman kendimi ağlamamak için zorlasam olurdu bu. Yaşama sevincimi ayakta tutan sokaklarda dans ettiğim katil, beni eşimden ayıran katildi. Düşüncelerimin arasında kaybolmuş iken, kapı zili çaldı. Kapıyı çalan kişinin eşim olma ihtimali, yataktan bir anda kalkmama sebep olmuştu. Koşar adım ilerledim kapıya, gözlerimi ovuşturdum. Hemen açtım kapıyı, karşımda Kaya vardı.


-Günaydın, felaket gözüküyorsun bir şey mi oldu?


-Natalie gitti.


-Ah! Çok üzgünüm! Nasıl hissediyorsun?


-Ben bilmiyorum yani ……….


-Boş ver! Aptalca bir soruydu, özür dilerim. Ben de size özür dilemek için gelmiştim.


-Önemli değil, Kaya. Olanların hiçbiri senin suçun değil, kendine yüklenme. Kusura bakmazsan, benim işe gitmem gerekiyor.


-Aa! Anladım komiserim! İzin verin size bir fincan kahve demleyeyim, özür mahiyetinde.


-İçeri buyurun, kusura bakmayın kafam çok dağınık o yüzden içeri davet etmeyi unutmuşum sizi.


Önemli değil, böyle durumlarda herkes bu şekilde davranır dercesine salladı kafasını. Mutfağa doğru geçtik, ona kahvenin ve fincanların yerini gösterip, yüzümü yıkamak için banyoya gittim. Kahvenin kokusu burnuma gelmeye başladı. Giyinmek için odama doğru ilerledim. Parfümümden iki fıs sıktıktan sonra mutfağa Kaya’nın yanına gittim.

Kendi kahvesini düşünceli bir şekilde yudumluyordu. Pencereden giren güneş ışıkları, masada duran kahvemin üstünden çıkan dumanları görmemi sağlıyordu. Kahve için teşekkür edercesine, kahvemden bir yudum almadan hemen önce yavaşça eğdim kafamı. İlk yudumum ardından, ceketimin cebinden sigara paketimi çıkarttım. Kapağını açıp Kaya’ya doğru uzattım. Bir tane alıp teşekkür etti. Sigarasını yakmak için çakmağımı ateşleyip ona doğru uzattım. Çektiği ilk nefesin ardından, ölüyor sandım. Öyle bir öksürme krizi tuttu ki, lise hayatımda çömez sınıflara içirdiğimiz sigaralar geldi aklıma. Gülmeye başladım, sinirlerim zaten yerinde değildi. Benim güldüğümü gören Kaya ne olduğundan habersiz olsa da o da gülmeye başladı.


Beş dakikalık, sinir krizinin gülme evresi bittikten sonra Kaya’nın kolunda bağlı olan kumaş parçasını gördüm. Aklıma hemen dün gece üstümüze yapılmış olan dövmelerimiz geldi. Tutamadım kendimi. ‘’Neden sardın kolunu?’’ dedim.


-Bu olayla yüzleşmeye hazır olduğumu düşünmüyorum, komiserim.


-Kaçtıkça gözünde büyür, aç onu ve hayatının her saniyesinde sana bunu kimin yaptığını hatırla. Yüzleşmek, en iyi tedavidir bence.


-Bilmiyorum komiserim. Bunu yapmak istediğimden emin değilim.


Yavaşça ona doğru ilerledim. Dövmesinin bulunduğu kolunun bileğini yavaşça tuttum. Bu insanları sakinleştirir ve savunmasız bırakır. Yavaşça ve nazikçe bileğinin içini ovdum, rahatlaması için. Bandajı açmaya başladım. Birkaç kez beni durdurmaya çalıştı ama başardım. Artık dövmesi sarılı değildi. Az önce yaptığımdan dolayı bana olan kızgınlığını gözlerinden görebiliyordum. Gömleğimin ilk üç düğmesini açtım. Dövmemin olduğu yere doğru sıyırdım gömleğimi. ‘’O artık bizimle, biz bir katilin imzasını vücudumuzda taşıyoruz. Bunu bize o yaptı. Bizden izinsiz vücudumuza bu dövmeleri bıraktı. Onun bir parçası olmamızı istedi ya da birer parçasını bizim taşımamızı istedi. Köylü insanların eşeklerini damgaladıkları gibi damgaladı bizi. Ne yapalım? Bu yüzden evlerimizi, ailemizi mi terk edelim? Hayatımıza son mu verelim? Ödlek gibi kaçalım mı? Götümüz hayatımıza kıymaya yemeyecekse kolumuzu da kesebiliriz? Şu sıçtığımın dünyasında varoluşumuz çok önemli birer meseleymiş gibi kıvranmayı bırakın artık. Değilsin, değilim ve değil. Önemli değiliz.’’ dedim


Çileden çıktığımı fark etmem biraz uzun sürdü. Kaya’nın bağırışlarımdan korktuğu o kadar belliydi ki, biraz daha devam etsem korkudan ölecekti. Derin bir nefes aldım ve Kaya’dan özür diledim. Bir bardak su koydum ona, hızlıca içtikten sonra suyunu derin bir nefes aldı.


-Komiserim, ben kalkayım, siz de işe gideceksiniz zaten daha fazla meşgul etmeyeyim sizi.İstediğiniz zaman arayabilirsiniz. O katil dışarıdayken açıkçası ben de kendimi güvende hissetmiyorum ama benim gidebileceğim bir yer yok. Sizi her dakika arayıp rahatsız etmek istemiyorum ama yardım isteyebileceğim tek kişi de sizsiniz. Acaba müsait olduğunuz akşamlarda bir çaya gelir misiniz ya da beni davet eder misiniz? Tanrım bunu söylediğime inanamıyorum!


-Elbette, Kaya. Her akşam gelemesem de seni arayıp halini hatırını sorabilirim, sanırım bunu yapabilirim.


-Teşekkürler, komiserim. İyi günler.


Kaya evden ayrıldıktan sonra Tad’i arayıp beni almasını söyledim. Evimin caddeye bakan penceresinden Kaya’yı apartmanına girene kadar izledim. Pencerenin korkuluğuna dayayıp kendimi sokağı izledim. Hayatın devam ettiğini görmekten bile rahatsız oluyordum. Tad’in arabasının kapımın önüne yanaştığını gördüm. Pencereyi kapatıp, çıktım evden. Arabaya varıp, arabanın koltuğuna oturduğumda Tad telefon ile konuşuyordu. Telefonunu kulağı ile omuzuna sıkıştırıp, kontağı çevirmek için direksiyona eğildi. Arabayı çalıştırmasına engel oldum, konuşmasını bitirmesini söyledim. –Akşam görüşürüz, öptüm.- cümlesi ile kapanan bir telefon konuşmasına tanık olmuştum. Tad’in bir sevgilisi mi vardı? Bunu ona daha önce hiç sormamıştım hatta ona onun ile ilgili hiç bir şey sormamıştım daha önce. Telefonu kapatıp cebine soktuktan sonra, bana dönüp ‘’Nasılsınız, komiserim?’’ dedi ve arabayı çalıştırdı.


-İyiyim, Tad sen nasılsın?


-İyiyim.


-Telefonda ki sevgilin miydi?


-Hayır, komiserim, iki gün önce tanıştık. Flörtüm diyebilirim sanırım.


-Anladım, akşam için planlarınız var galiba.


-Evet, komiserim. İlk randevumuz olacak. Turne ile şehrimize gelen bir orkestra var, ona gitmek istediğini söyledi. Ben de aldım biletleri.


-Güzel, güzel.


Konuşmalarımız sürerken merkeze varmıştık. Binaya girdiğimizde her memur bize günaydın, merhaba gibi selamlar veriyordu. Tad ile ne olduğuna anlam veremeden çıktık merdivenleri, masalarımıza geçtik. Bir memur bana kahve getirdi ve günaydın dedi. Ona neden herkesin bize selam verdiğini sordum. Bu anormal durumun sebebi ne diye sordum. Güldü ve gitti. Bir dakika sonra kadar gülerek tekrar geldi ve bir gazete uzattı. Gazetenin manşetinde –Bir Bahçıvanın Dansı- yazıyordu ve altında bir Calla lily, ben ve Tad’in fotoğrafı vardı. Haberi yazan kişi tahmin ettiğim gibi Katheryn Thompson’dı. Bu durum beni fazlasıyla sinirlendirmişti. Ona bahçıvanı kullanmamasını söylemiştim. Haberin yer aldığı sayfayı açıp okumaya başladım.


Şehrimizde günlerdir, işlenen cinayetlerin şüphelisi hala faili meçhul fakat katilin şimdiye kadar öldürdüğü insanların hepsi birer suçluymuş. Bunu fark etmiş olan kişiler ise cinayet masasında çalışan iki polis. Birbirinin partneri olan bu ikili katili yakalamalarına yarayacak bir ipucunun olmadığını söylüyor. Herkes hata yapar, mottosunu takip ederek Bahçıvanı kovalamaktan vazgeçmeyeceklerini de açık açık söylediler……


Resmen iğrenç bir haberdi. Okudukça sinirlendim ve daha fazla sinirlenmemek için gazeteyi okumadan kapatıp çöpe attım. Bir sigara içmek için yangın merdivenlerine gittim. Ben gittiğimde orada olan iki memurdan birisi bana sigara ikram etti diğeri ise bana kahve getirdi. Evet, haber rezildi. Halkı ne şekilde etkiledi, bilmiyorum fakat merkezde ki çalışanları iyi etkilemişti. Bu durum biraz olsun hoşuma gidiyordu. Gün, memurların bize saçma bir gülümseme ile iyilikler yapmasıyla sonlanıyordu. Tad sürekli saatine bakıyor, gitmek için heyecanlanıyordu. ‘’ Tad, git hadi, hazırlan ve güzel bir gece geçir. Bugün benden izinlisin. Ben hallederim burayı.’’ Dedim. Bir anda sandalyesinden kalkıp bir hışımla çıktı merkezden. Mesainin bitmesini beklemekten başka çarem kalmamıştı. Cebimden şimdiye kadar bana yollamış olduğu mektupları çıkarttım ve okumaya başladım.


Özür dilerim


Tankçık keçiler atandı – kadın çiçekleri kanattı


Dün gece rahat uyudun mu?


İnsanlar çiçekleri sever mi gerçekten? Çiçekleri seven insanlar, onları koparandır. Peki, çiçekler insanları sever mi? Hiçbir çiçek koparılmak istemez, bu durum da çiçekleri onları sevmeyen insanları sevmeye zorlar. Lütfen, bu çiçeği suya koy.


Bazı yabani otlar çiçeklerin yanından temizlenmelidir. Yabani otlar, çiçekleri öldürür.

İnsanlar boya değildir


Sadece anıları hatırlamama sebep oldu bu mektuplar. Malcolm ile olan anılarımız, içine çekmişti beni. Yaşadığımız onlarca güzel anıyı, tek tek canlandırıyordum zihnimde. Tam o sırada telefonum çaldı, tanımadığım bir numaraydı. Katilimiz olabilir diye hemen açtım. Ağlayan bir kadın sesiydi, karşıdaki.


-Alo, kimsiniz? Yardıma mı ihtiyacınız var?


-Komiserim, Katheryn ben. Komiserim yardımınıza ihtiyacım var. Mesai bitimimde evime dönerken, birisi tarafından kaçırıldım. Arabadan indirecek iken beni ona tüm gücümle vurup kaçtım fakat çok ıssız bir yerdeyim şuan ve her yer karanlık hiçbir şey de göremiyorum. Elinde Calla lily vardı komiserim ne olur yardım edin bana.


-Tamam, Katheryn sakin ol. Telefonunun sinyalinin gitmediğinden emin ol ve saklan bulacağım seni.


Telefonu kapattım. Hemen bir memura Katheryn’in numarasını verdim. Yer tespiti istedim. O numarayı aramalarını ve onunla konuşup ona talimatlar vermelerini emrettim. Ardından hızlıca çıktım merkezden. Arabaya atlayıp, bana söylenen adreslere sürmeye başladım.

On dakika boyunca bana verilen yönergeleri takip edip, Katheryn’i kurtarmak için sürüyordum. Gözüm sürekli saatteydi. Ofisten çıktığımda saat 6.12 idi. Şuan bir saniye bile çok önemliydi. Şehrin çıkışına doğru olan bir orman yoluna girmem söylendi. Kapkaranlık bir yolda uzunları yakmış sürüyordum. Yolun baya ilerisinde birisinin caddeye atladığını gördüm. Yavaşça gazdan çektim ayağımı, fren yapmaya hazırdım. Şuan tek başıma olduğum için sadece Katheryn’i kurtaracaktım. Katilin peşine düşme gibi bir düşünceye kapılmamak için kendimi ikna ediyordum. Yaklaştıkça fark ettim ki, yola atlamış olan kişi Katheryn’di. Hemen durdurdum arabayı, inmek için kapıyı açtım ve bir silah sesi duydum. Beni gördüğüne sevindiği için bana doğru koşmaya başlayan Katheryn’in vücudu ayaklarımın önüne serilmişti.


Arabanın kapısını kendime siper ettim. Katheryn’in yerde yatan bedenini görebiliyordum, ölüp ölmediğinden emin değildim. Kanayan bölgesini görmeye çabalıyordum, kanayan bölgesini görebilirsem katilimizin ne tarafta olduğuna dair bir fikrim olacaktı fakat üstü çok pisti ve yüzükoyun yatıyordu bu yüzden hiçbir şey göremiyordum. Silahıma çektim, iki el havaya ateş ettim. Eğer korkup hareket ederse ve ben onun sesini duyabilirsem, nerede olabileceğine dair bir fikir elde ederim diye düşünüyordum. Arabanın sağ tarafında çalıların kırılma sesini duydum, aniden kalkıp nişan aldım fakat duyduğum ses, bir geyiğin kaçarken bastığı çalıların kırılma sesi olduğunu fark ettiğimde kendimi aptal gibi hissettim. Tekrar eğildim kapının arkasına, aklıma gelen tek şey telsizden anons geçmekti. Telsizimi kontrol etmek için elimi götüme doğru attım fakat her zaman yaptığım gibi bu seferde arabaya binmeden çıkartıp yan koltuğa koymuştum. Almak için hamlemi yaptığımda boynumda bir şey hissettim, soğuk bir acı. Dilim uyuşmaya başladı, kollarımı hareket ettiremiyordum ve görüntü çok bulanıktı.


Soğuk rüzgârın boynuma dokunuşu kendime getirdi beni. Yavaş yavaş açtım gözlerimi, arabamda olduğumu anlamıştım. Kollarım da bacaklarım da hareket etmiyordu. Önce emniyet kemerim bağlanmıştı, onun üstüne defalarca iple dolamıştı vücudumu koltuğa. Kafamı kaldırmaya yeltendim, boynumun acısı durdurdu beni. Tekrar denediğimde kaldırabildim kafamı. Şehrin doğu yakasında ki falezdeydik. Meleklerin bahçesi diyorlardı buraya. Turistik bir mekândı fakat bu mevsimde kimse olmazdı buralarda. Uçurumun kenarında dikiliyordu, katilimiz. Onu görebiliyordum. İplerden kurtulabilmek için zorlamaya başladım kendimi ama ipler öyle sıkıydı ki ellerimi geçtim, neredeyse parmaklarım bile hareket etmiyordu. Tek çare olarak tüm vücudumu sallamaya başladım. Buda ümitsizdi. Mıhlanmıştım koltuğa. Ağzımın bağlı olmadığını anladığımda bağırmaya başladım. ‘’Ne istiyorsan söyle, öldüreceksen de öldür. Oyuncağın değilim senin.’’ Dedim. Arkası dönük denizi izlerken ellerini şapkasına götürdü ve maskesini indirdi. Arabaya doğru gelmeye başladı. Hapishane kayıtlarında ki kişinin yürüyüşüydü bu. Arabaya bindi. ‘’Kesinlikle değilsin. Sen benim dans eşimsin.’’ Dedi. Bir kadının sesiydi bu. Sözlerimle ona saldırışımı hiç umursamadı, küfürlerimi neredeyse duymamış gibi davrandı. Ona bağırarak bir yere varamayacağımı anladığımda sakinleşmeye çalıştım. Ona doğru çevirdim kafamı ‘’ Ne istiyorsun benden?’’ dedim.


-Hiçbir şey istemiyorum.


-Ne bok yemeye buradayız lan o zaman?


Sessizliği ve sakinliği çok sinirlendiriyordu beni. Sinirlendikçe bağırıyordum ve bağırdıkça o konuşmuyordu. Tekrar sakinleşip yeniden sordum.


-Ne diye buraya getirdin beni o halde?


-Ahahahah! Olabildiğin en kibar insan bu mu? Bu konuda biraz çalışmalısın.


-Bir seri katilden kibarlık ve insanlık dersi alacak değilim herhalde.


-Lütfen, Richard! Sen de biliyorsun, ben bir seri katil falan değilim. Olsam bile bunun kibarlıkla ne alakası var.


-Tamam, boş ver. Neden buradayız?


-Ben manzarayı izlemek için geldim. Sen de benimle gelmek zorundaydın. Biliyorsun içinde bulunduğumuz durum biraz değişik.


-Ayrıca ne demek seri katil değilim?


-Seri katiller, öldürme dürtülerine sahip olan insanlardır. Benim bir öldürme dürtüm falan yok. Yerine getiremediğiniz adaleti yerine getirmeye çalışıyorum.


-Ah! Tamam, kahramansın sen.


-Hayır, hayır, değilim. Kahraman değilim, hiç olmak da istemedim. Bir sorum var. Yaşam nedir, Richard?


-Bir tür sürünme çeşidi, ölümün fragmanı, imkânsızdan kaçmak.

-Çok felsefik bir cevap oldu fakat hayır bunlar değil. Yaşam, dünyaya geldiğimiz günden gideceğimiz güne kadar soluk alıp verme eylemimizi güzelleştirebildiğimiz kadar güzelleştirmeye çalıştığımız bir mücadeledir. Yaşamayı kim hak eder, peki?


-Çoğu kişi hak eder.


-Gerçekten mi? Mesela ben, ben hak ediyor muyum yaşamayı?


-Hak ettiğini mi düşünüyorsun? Tabi ki de etmiyorsun.


-Peki, eski dostun Malcolm, hak ediyor muydu yaşamayı?


-Nereye götürmek istediğini anladım. Malcolm da katildi diyeceksin. Evet, öyleydi ama cezasını çekmişti.


-Hayır, çekmemişti. Sadece sizin bildiğiniz suçlarının cezasını çekti. Bulunduğu bölgede ki dükkânlardan haraçlar topladı, insanlar ona para verebilmek için borca girdi. Ona haraç vermeyenlere eziyetler etti. Bunların cezasını çekmedi sadece aptal bir başka mafya babasını öldürdüğü için ceza çekti.


-Sen de kontenjan boşluğundan yararlanıp adalet bekçisi mi olmaya karar verdin?


-Bekçi de değilim.


-Beni öldürecek misin?


-Hayır, düşünmüyorum. Sen beni öldürecek misin?


-Sanırım.


Onu öldüreceğimi söylediğimden sonra uzun bir süre sessiz kaldık. Bana kırılmış gibi bir hali vardı. Teybi açmış, şarkılara eşlik ediyordu. Sesi güzeldi. İplerle sarılı olduğumu göz ardı edersek, gayet muhteşem bir atmosferin içerisindeydim şuan Meleklerin bahçesine arabamı çekmiş, bir kadının sevdiğim şarkıları söylemesini dinliyordum. Tutamadım kendimi birden çıktı ağzımdan.


-Neden çiçek bırakıyorsun?


-Çiçek bir şeyi simgeliyor, Richard, sence neyi?


-Bilmiyorum.


-Çiçeklerimi bedenlerin üzerine koyuyorum. Çiçek, zarifliği ve iyiliği simgeliyor. Öldürdüklerimin hiçbir zaman kimseye yapmadıkları iyilikleri, toprağın altında çiçeklerin o iyilikleri onlara yapmalarını istiyorum.


-Yine iyi olan sensin yani.


-Hep iyi olan bendim. Gözümde ki her suçluya edebildiğim kadar merhamet ettim ama elimden gelen bu kadar. Sana karşı da çok iyiydim.


-Evet, merhametini gördük. Rhian’ın boğazını kesmek de merhametine dâhil miydi? Ayrıca bana karşı ne zaman iyi olmuş olabilirsin ki?


-Rhian dediğin o kadın, çocuklara tecavüz eden bir kadındı. Hayata köklerini salmaya çalışan ufacık fidanların kökleri toprağı saramasın diye kendi kökleri ile onların topraklarını taciz eden bir ağaçtı. Merhameti hiç hak etmedi. İşkence etmediğim için şanslı saymalı kendini.


-Hammurabi misin sen? Kendi yarattığın bir kaosa kurallar koyup onları mı yönetiyorsun? Seri katil olmayabilirsin ama deli olduğun kesin.


-Öyle olmadığımı biliyorsun. -Dün gece rahat uyudun mu?- yazan mektubu hatırladın mı?


-Evet.


-Ne anladın o mektuptan?


-Evini biliyorum, geceleri rahat uyuma her an gelebilir ve canını alabilirim gibi bir tehdit diye düşündüm.


-Hayır, değildi.


-Neydi o zaman?


-O gece eşin eve gelmedi. O kadar sarhoştu ki arkadaşı Kaya’da uyumak zorunda kaldı. O gece gelip üstünü örten bendim.


-Hahahah! Buna inanmamı mı bekliyorsun?


-Senden hiç bir şey beklemiyorum. Kaya’nın evinde akşam yemeğinizi yerken eşin o geceyi Kaya’da geçirdiklerini sana söylemişti sadece sen hangi gün olduğunu çok umursamadın.


-Neden damgaladın bizi? Bir dakika! Sen nereden biliyorsun bunları?


-Amacım sadece sana yapmaktı aslında ama o ortamda sadece sana yapsaydım oradakilerden şüphelenebilirdin. Bunu istemedim. Sen benim partnerimsin, benden şüphelenmelisin. Aramızda bir bağ olsun istedim. Bu dans pistini giderek daraltacağım, Richard. Tek bedende dans etmeye başlayana kadar. Çevrende olup biten her şeyi biliyorum.


-Ne sorsam hepsi senin kafanda karar verdiğin şeyler, boşu boşuna daha fazla soru sormak istemiyorum ama Katheryn ile Lancelot’u neden öldürdüğünü öğrenmek istiyorum.


-Lancelot, kendini sanatçı zanneden aşağılık bir insandı. Kendi hayatından daha değersiz gördüğü birinin hayatını, sadece resim yapabilmek için çalmıştı. Katheryn ise bana bahçıvan dedi. Bahçıvan! Şaka gibi.


-Katheryn masumdu.


-Belki de.


-Bu konuşma bitmiştir.


-Arabadan indiğimde seni buradan almalarını söyleyeceğim. Dans pistimiz tek bedende artık, unutma bunu. Ayrıca Natalie seni terk ettiği için üzgünüm.


Maskeli suratını suratıma doğru yaklaştırdı. Gözlerinin içine bakmak zorundaydım öylesine yakındık birbirimize. Maskesini çıkarmadan beni dudaklarımdan öptü ve arabadan indi. Arkası dönük yürüdü uçuruma doğru ve maskesini sıyırdı kafasının üstüne. Telefonuyla birini aradı. Bir şeyler söyledi ve kapattı telefonu. Kendini uçurumdan aşağı bıraktı. Gözlerimle gördüklerime inanamıyordum. Her seferinde bu sefer beni şaşırtamayacak diye ikna ediyordum kendimi ve her seferinde tekrar yeniliyordum. Dans eşim az önce intihar mı etmişti? Tek beden diye kastettiği bu muydu? ‘’HAYIRRRRR!’’ diye bağırdım. Kendimi tutamadım. Beni öpmüş olması ve ardından kendini uçurumdan atmış olması beni şoka sokmak için fazlasıyla yeterliydi. Düşüncelerimin sürekli olarak kafamda dönmesi ve elimin kolumun bağlı olması beni delirtiyordu.


Telefon aramasını yaptıktan 1 saat sonra Tad, 2 polis ekibi ve bir sağlık ekibi gelmişti. Beni çözdüler. Benden daha şaşkındılar, yağmurda ağzını açmış hindiler gibi bakıyorlardı yüzüme. Ellerim ve ayaklarım çözüldükten sonra arabadan dışarı attım kendimi. Koşarak uçuruma gittim ve aşağı baktım. Ben koşmaya başladığımda ‘’Komiserim ne yapıyorsunuz?’’ diye bağırdı Tad. Hiçbir şey yoktu. Elimi ceketimin cebine attım ve bir sigara çıkardım. Ben çakmağımı ararken, Tad yaktığı çakmağı bana doğru uzatıyordu. Uçurumun kenarına, yanımıza gelen bir memur sordu.


-Komiserim, katilin nereye kaçtığını söylerseniz onu aramaya başlayacağız.


-O zaman size bir dalgıç ekibi lazım çünkü katilimiz sizi aradıktan sonra bu uçurumdan attı kendini.


Uçurumun kenarında dikilmiş hep beraber aşağıya bakıyorduk. Tad ise bir açıklama istiyor gibiydi benden. Gözlerine bakıp, ne var dercesine salladım kafamı.


-Anlatın, komiserim.


-Neyi?


-Nasıl yakaladı sizi? Konuştunuz mu? Yüzünü görebildiniz mi? Sesi tanıdık birinin miydi? Neden yaptığını sordunuz mu? Çiçek ne alakaymış?


-Tad! Sakin ol! Anlatacağım, sen beni eve bırak. Yolda anlatacağım.


-Komiserim öncelikle sağlık ekipleri işini yapsa?


-Şuan hiç havamda değilim ayrıca bir şeyim yok zaten. Saat kaç?


-Sabahın ilk ışıkları, komiserim. Neredeyse 8 olmuş.


-Ölü gibi hissediyorum kendimi.


Tad, benim arabanın direksiyonuna geçti, ben de yanına oturdum. Yol boyunca her şeyi kelimesi kelimesine anlattım. Her şey bir kenara, Tad’in en çok şaşırdığı durum katilimizin kadın olmasıydı. Arabayı evimin önüne park ettik. Ben indim, Tad de yürüyerek merkeze geçti. Ağır ağır çıktım merdivenleri, dairemin önünde birini gördüm daha merdivenleri çıkarken. Dairemin önünde ki merdivenlere oturmuş hatta orada uyuyakalmıştı. Kaya’ydı bu. Omzuna dokunup uyandırmak için hafifçe salladım. Sersem bir suratla kaldırdı kafasını. Gözleri yavaş yavaş büyüdü. ‘’ Komiserim!’’ dedi. Boynuma sarıldı.


-Dün haberlerde gördüm kaçırıldığınızı, herkesi aradım fakat sadece onları rahatsız ettim sanırım.


-Gel, Kaya içeri girelim. Üşümeyelim burada daha fazla.


Eve girdik. Kendimi direk koltuğuma bıraktım. Kaya da bir şey isteyip istemediğimi soruyordu. Öyle hızlı uyudum ki, uyandığımda hava kararmak üzereydi. Kendimi yeniden doğmuş gibi hissediyordum. Açık pencereden giren rüzgârın boynuma dolanışı, bana katilimizin beni öptüğünü hatırlattı. Kaya’nın günaydın demesi ile arkama döndüm. Arkamda ki tekli koltukta oturmuş. Kitap okuyordu. Benim kitaplarımdan birini okuyordu. Ne kadar güzel bir kadındı, sarı saçları güneşten çalınmış. Mavi gözleri denizin birer parçası gibiydi. Hayranlıkla bakakalmıştım ona. Kapattı kitabı ve masaya bıraktı.


-Gün batmış durumda olsa da günaydın.


-Teşekkürler, Kaya. Sen hiç gitmedin demek.


-Kaçırılmanızın üstüne sizi de kendimi de yalnız bırakmak istemedim, komiserim.

-Teşekkür ederim.


-Bir şeyler yemek isterseniz diye düşündüm. Size atıştırmalık birkaç şey hazırladım. Bir bardak kahve de yapayım şimdi.


-Gerek yoktu, Kaya. Çok teşekkür ederim.


-Uyandığınızdan beri sadece teşekkür ediyorsunuz komiserim.


Ona karşı güçlü bir çekim hissediyordum vücudumda. Gözlerimi dudaklarından alamıyordum. Bunu fark etmiş olması, utandırmıştı beni. Gözlerimi kaçırdım ve banyoya gittim. Eşim beni terk etmişti ama tam anlamıyla ayrılmış mıydık bilmiyordum. Ne olursa olsun onun yasını bu şekilde örtmek istemiyordum içimde. Kaya ile yatmak isteme dürtümü kontrol etmek zorundaydım. Eşimin yasını katilimiz tarafından öpüldüğümde zaten kirletmiştim.


Yüzümü yıkamak yetmemişti ve kendimi birden duşta suyun altında buldum. Arınmak için girmiş gibi hissediyordum kendimi. Duştan çıktım. Bornozumu giydim. Saçlarımı kuruttum. Çıkmak için kapıyı açtığımda karşımda Kaya’yı gördüm. Kendime engel olmak istiyordum hatta sanırım ikimiz de bunu istiyorduk fakat nefeslerimizin hızı ve derinliği uyum içinde olduğu için birimiz pes etmeliydi. O etti.


Elleriyle yüzümü yakaladı. Yavaşça getirdi dudaklarını, o kadar yavaştı ki üç adet nefesini paylaşmıştık. Kendime engel olamamıştım. Dudaklarını, dudaklarıma koyup, kollarını boynuma sardı. Ben ise ellerimle belinin iki yanından tutmuştum onu. Hamle hamle ilerlediğimiz bu satranç oyununda sırada ki hamle onundu. Sıçradı ve bacaklarını belime doladı, ellerim belinde olduğu için ona bu sıçramasında yardım etmiştim. Belinden ellerimi çekip tişörtünü çıkarttım ve kollarımı arkadan omuzlarına doğru sardım. Bornozumun üst tarafını azat etti kollarımdan. Banyodan dışarıya doğru adımlar attım. O kadar sert savuruyorduk ki birbirimizi, dengemi toparlayabilmek için sırtımı duvara dayadım. Sırtından kelepçelenmiş benliğinin parçasını özgür bırakmak için açtım kilidini. Nefesini boynumda her hissedişim daha da güçlendiriyordu beni. İyice toparlayıp kendimi bir hışımla yatak odasına attım ikimizi ve yatağa bıraktım kendimi. Birbirimizin yarım kalmışlıklarını tamamlamak için girdiğimiz bu maratonu bitirdikten sonra kollarımın arasında uyuyakalmıştı.


2 gün önce derinliği ve soğukluğunda yapayalnız kıvrandığım bu okyanusu yüzme bilmeyen bir yabancı ile paylaşıyordum artık. Bu ihanetin bir adı yoktu. Kollarımın arasında uyuyan bir kadın vardı sadece. Tavana dikmişken gözlerimi bu okyanusun içinde kendimi köpekbalığı gibi hırçın düşüncelerime yem ediyordum. Telsizimin sesi, ben okyanusta ki köpekbalıkları ile boğuşurken çakan şimşeklerin sesi gibi fon oluşturmuştu arkada. Natalie’nin gidişinin ilk gününde bir kez bilinçli ve bir kez bilinçsiz aldatmıştım onu. Kirletmiştim bile aşkımızı.

Yataktan doğruldum ve buz gibi olan zemine koydum ayaklarımı. Natalie’yi aldatmak zaten kötü etkilemişti beni fakat psikolojimi alt üst eden sorun bu değildi. Psikolojimi alt üst eden sorun, pişman olmayışımdı. İşte beni yok edebilecek sorun buydu. Komidinin üstünde telsimizin yanında duran telefonumu kaptım ve salona doğru ilerledim. Odamın karanlığında üstüme giyecek bir şeyler aramam Kaya’yı uyandırabilirdi. Uyanmasını istemiyordum. Yalnız kalmak istiyordum. Sigara paketimi buldum ve bir sigara yaktım. İlk nefesi ciğerlerime aldığımda fark ettim ki telefonumun sesi açıktı. Öyle delicesine çalıyordu ki dünyanın patladığını falan sandım. Kaya’yı uyandırmasın diye gidebildiğim kadar hızlı gittim fakat uyanmıştı.


Telefona cevap verdim. Saat fazlasıyla geçti. Bu saatte arayanın geçerli bir nedeni olmak zorundaydı. Telefonu açtım. ‘’Alo!’’ dedim.


-Cinayet büro komiseri, Richard Rose ile mi görüşüyorum?


-Evet, siz kimsiniz?


-Komiserim, ben Simone bilmiyorum bahsetti mi ama Tad’in kız arkadaşıyım. Tad vuruldu, komiserim.


-Neredesiniz?


-Şehir hastanesine getirildi, kimi arayacağımı bilemedim. Gelebilir misiniz, komiserim?


Telefonu kapattım, hızlıca dolabıma gittim. İlk ne gördüysem geçirdim üstüme. Hemen çıktım evden, hastaneye varana kadar yaşamın ne olduğunu anlamıştım. Ciğerlerime giren her nefesi ayrı ayrı hissedebiliyordum. Caddelerin boş olması nedeniyle hastaneye hızlıca vardım. Arabayı yan bir şekilde hastanenin önüne bırakıp indim. Sinirli ve korkarak girdim hastaneye, öylesine kendimi kaybetmişim ki bağırışlarım insanları korkutmuştu. Natalie’den sonra Tad’in de gitmesine dayanamazdım. Hastanenin danışmasına gittim ve Tad’i sordum. Çalışanın parmağıyla işaret ettiği yere doğru koştum. Tad diye sayıklayarak koşuyordum. Bir camın önünde eli ağzında bir kadının ağladığını gördüm. Cama doğru ilerledim neredeyse kalbim duracaktı. Evet, içerde ameliyat masasında yatan kişi Tad idi. Ağlayan kadına doğru bakıp ‘’Simone!’’ dedim.


-Evet, siz?


-Richard, ben.


-Komiserim, iyi ki geldiniz. Bu acıyı paylaşabilecek birine ihtiyacım var.


-Nasıl oldu?


-Geceyi Tad’de geçirmiştik fakat yarın yanımda olması gereken evraklar vardı. Siktimin kağıt parçaları yüzünden ısrar etmeseydim eğer bunlar olmayacaktı.


-Tamam, Simone. Kendine gel, şuan bunları söyleyerek kendine yüklenmen hiçbir işe yaramayacak. Olayı anlat.


-Beni eve bırakmasını istedim, çok ısrar ettim. Dayanamayıp, kabul etti. Evden çıktık. Sokakta yürüyorduk, sokak gecenin o saatinde olması gereken sessizlikteydi ta ki o silah sesini duyana kadar. Sokakta kimse yoktu ve Tad yerde yatıyordu. Göğsü kan içindeydi. İlk başta nereden geldiğini anlayamadım fakat diğer atışları duyduğumda, sesin geldiği yöne doğru baktım ve bir binanın çatısında bir karartı gördüm. Kim niye Tad’i öldürmek istedi, komiserim?


Bunu katilimiz yapmışsa eğer onun her damarında ki kanı boşaltacağıma dair yemin ediyordum kendime. Kafamda kurduğum onlarca yalan senaryonun her birine ayrı ayrı sinirlenip, ayrı ayrı tepkiler veriyordum. Bu çocuğu da kaybetmek istemiyordum ama bu konuda yapabileceğim hiçbir şey yoktu. Onu kurtarmak benim becerilerimi aşıyordu. Yapabileceğim tek şey bunu yapanı yakalamak ve ya öldürmekti. Telefonuma gelen mesaj sesi düşüncelerimi baltaladı. Telefonumdan gelen mesaj sesinin kaynağı katilimizdi. Katilimiz olması bana bunu onun yaptığını düşündürttü. Saydığı, söylediği hiçbir bahaneyi dinlemeyeceğime ant içtim ve açtım mesajı. Mesajda ‘’Hastanenin ilk katında ki temizlik odasına gel.’’ yazıyordu.


Mesajı okuduktan sonra Simone’a ‘’ birazdan geleceğim.’’ Dedim. Simone’ın yanından ayrıldım. Silahımı çıkarttım ve ateşlemek için hazırladım. İlk kata çıktım ve odayı buldum. Yavaşça açtım kapıyı. Odanın sonunda camın önünde dikiliyordu. Silahımı doğrultarak yavaş yavaş ilerledim. Kafasına dayadım silahı ve ‘’ Artık kaçış yok.’’ Dedikten sonra kafamda hissettiğim başka bir namlu, hala kaçışın olduğunu gösterdi.


-Nıç nıç! Beni hiç tanımamışsın, bu beni çok üzdü, Richard. Kafana silah dayamaktan hoşlanmıyorum. Lütfen silahını yere bırak ki ben de çekeyim silahımı kafandan.


Böyle bir şey yapmak istemiyordum. Kabul etmek, ona boyun eğmek istemiyordum. Ama ölü bir adam da Tad’e yardım edemezdi. Silahımı attım yere. Kafamdan çekilen namluyu hissediyordum.


-Richard, seni öldürmek niyetinde değilim. Eminim ki şuan Tad’i benim vurduğumu düşünüyorsun fakat hayır, ben vurmadım. Bu konuşma boyunca sen orada o şekilde duracaksın ve konuşacağız. Ardından ben çıkıp gideceğim. Şöyle bir durum var Richard, seni öldürmek istemediğimi bildiğin için hamle yapmaya çalışabilirsin ama unutma ki seni vurabilirim ve sen ölmeyebilirsin. Lütfen beni buna zorlama.


-Tamam, anlaştık. Konuş!


-Tad’i kimin vurduğunu bilmiyorum lakin yakında öğrenirim. Seninle bugün bir konuşma yapmıştık, hatırlıyor musun? Yaşamayı hak eden insanlar hakkında. Tad yaşamayı hak ediyor mu Richard?


-Şu aptal oyununu oynamak istemiyorum. Cevabımı zaten biliyorsun. Az ve öz konuş.


-Hayır, cevap vermeni istiyorum.


-Sikeyim, evet hak ediyor.


-Küfrü onaylamıyorum ama bence de hak ediyor.


-Peki, onu vuran kişi, yaşamayı hak ediyor mu? Tad ölmüş olursa ve Tad’i vuran kişiyi ıssız bir yerde yakalarsan onu öldürür müsün?


-Öldürürüm.


-Sonunda, aynı dili konuşmaya başladık. Şöyle bir durum var Richard, Tad’i vuran kişiyi ben bulabilirim ama senin bulmana izin vermeyeceğim. Şimdi, sana soruyorum, onu öldürmemi istiyor musun?


-Ya senden önce ben bulursam ne olacak?


-Bulamayacaksın çünkü ben istemiyorum. Unutma, bu dansın adımlarını ben seçiyorum. Tekrar soruyorum, onu öldürmemi istiyor musun? Hayır dersen öldürmeyeceğim fakat senin de bulmanı engelleyeceğim. Evet dersen telsizin bir gün bu haberle seni çağıracak.

-İstiyorum.


-Ah, sevgili Richard! Şuan seni öpmek istiyorum fakat bağlı olmadığın zamanlar çok tehlikelisin. Benden bile. Biliyorum kötü hissediyorsun, yaşama hevesin kalmadı. Yaşamın ne olduğunu hissetmek istiyorsan ölüme yaklaşmayı deneyebilirsin. Tıpkı bugün yaptığım gibi.


Kapının açıldığını duydum fakat arkamı dönmek istemiyordum. Öfkeliydim o adamı ben yakalamak istiyordum, doğru ama aynı zamanda da salaktım hata yapabilirdim. Kapının kapandığını duyduğumda kapıya doğru hızlıca ilerledim ve açtım kapıyı. Hemen etrafa baktım. Hastane çalışanlarından başka birini göremiyordum.


Simone’ın yanına indim. Ben Tad’in olduğu yoğun bakım odasına yaklaştıkça gürültüler ve insan yoğunluğu artıyordu. Bu olay beni korkutmuştu. Adımlarım ve nefesim hızlanmıştı. Simone camın önüne oturmuş ağlıyordu. Tad’in başında bir sürü doktor vardı. O kalabalığın içinden Tad’in kalbinin durduğunu gösteren makineyi görmüştüm. Nabzı atmıyordu. Başında doktorlar koşuşturup duruyordu.


Şimdi anladım, kim yaşamayı hak ediyor kim etmiyor, şimdi anladım.


-Devamı gelecek hafta..


Sevgilerle.


Yorumlar


© Copyright
bottom of page