top of page

Bölüm 4: Çiçek kanı

  • Yazarın fotoğrafı: Jhin
    Jhin
  • 14 Ara 2017
  • 15 dakikada okunur


ree

Her gece karanlıktır, ay güneşten gücü alamazsa parlayamaz ki. Hediye yüzünden tutuştuğumuz kavga, kimden geldiğini bilmiyorum ama bu harika bir hediye olduğunu değiştirmiyor sözleriyle sonlanmıştı. Bağırışlarımdan dolayı benden nefret eden bir eşim vardı artık. Paylaşmayı sevmemek işte böyle can yakabiliyordu. Söyleyemediğim tonlarca kelime vardı daha ama söyleyemedim işte nefretine nefret katmak istemedim. Nefretine nefret katmak istememem de bana muhteşem kapkaranlık uğursuz bir gece getirmişti. Uyuduğum gecelerde, geceler fazlasıyla kısa geliyormuş bana hâlbuki ne uzunmuş bu karanlık dünya. Oturup düşündüğüm koltukta saatlerdir hareketsiz dışarıda ki binaların ışıklarının tek tek sönüşünü izliyordum. Gözlerim kapanıyordu. Uyumak istemiyordum. Güneşin doğuşunu yıllardır görmüyordum. Kendimi, güneşi görmek için geceyi uyanık bitirdiğim konusunda kandırıyordum.


Güneşin doğması gereken saatlerdeydik fakat hala her yer karanlıktı. Bu yağmurlu bir günün bizi beklediğinin bir habercisiydi belki de. Hava aydınlanıyordu ama etrafta hiç ışık yoktu. Bulutların griliği ile başlıyorduk güne. Çoğu yetişkin sıcak yataklarını terk etmeye hazırlıyordu kendini. Ben ise sadece götümü kanepeden kaldırmalıydım ki sıcak falan da değildi. Banyoya girip kendime şöyle bir baktım. Gerçekten rezil haldeydim. Yüzümü yıkamak için lavaboya eğildim ve fark ettim ki belim çok kötü tutulmuştu. Yüzümü yıkadım, dişlerime baktım sapsarıydı ama fırçalamak istemiyordum. Kendime özen göstermemin tek sebebi benden nefret ediyordu. Diğer insanların ne gördüğü çokta umurumda değildi.

Evden çıktım, yağmur yağar ümidiyle yürüyerek merkeze doğru gidiyordum. Yağmurda ıslanmak çocukluğumdan beri bana iyi geliyordu. Evimden çıkalı daha 5 dakika olmamıştı ki bir kadının ‘’Hırsız var!’’ çığlıklarını duydum. Ben bir cinayet masası polisiydim fakat sonuç olarak bir polistim. Sesin geldiği yere doğru diktim gözlerimi ve kadını gördüm. Benim apartmanımın yanında ki binanın en üst katından bağırıyordu. Koşar adımla apartmanın kapısına gittim. Demir büyük bir kapıydı ve açık değildi. O sırada binanın ilk katında oturan bir adam muhteşem atletiyle cama çıkmış ne oluyor be dercesine yukarı bakıyordu. Adamdan kapıyı açmasını rica ettim. Kapı açıldı, koşa koşa çıktım merdivenleri. İçimde bir kahramanlık dürtüsü kol geziyordu. Birilerinin bana ihtiyacı olduğunu hissetmek istiyordum. Çağırıldığım olay yerlerinde genelde bana ihtiyacı olan yaşayan biri olmadığından aktif saha görevlerinde biraz paslanmış olmalıyım ki kadının kapısını kırmak için tekmeyi vurduğumda kapı açılmamıştı. İkinci denemem de kırabildiğim kapıdan geçip silahımı çıkartıp temkinli bir şekilde kadına doğru ilerledim. Kadının bu kadar bağırması üzerine hala yaşıyor olması, hırsızın kaçtığını gösteriyordu.


Ev resmen bir botanik bahçesi gibiydi. Duvarlar tablolar ile doluydu. Yerde kırık birkaç vazo vardı. Bazı çekmeceler dışarı sarkmış, bazıları ise yerdeydi. Her yerde çiçeklerin olması bana elbette Calla lily’i aratmıştı ama yoktu. Kadını sakinleştirmek için yanına doğru ilerledim.


-Hanımefendi, sakin olun. Geçti, güvendesiniz. Ne çaldığı hakkında bir fikriniz var mı?


-Ben uyanıp onu fark ettiğimde çığlık attım. Telaşa kapıldı ve şu masaya çarptı gördüğünüz gibi kırık vazolar var yerde. Sanırım ben onu görmeden önce de şu çekmeceleri karıştırıyordu fakat daha ne çaldığını bilecek kadar incelemedim evi.


-Peki, onu görebildiniz mi? Yani, verebileceğiniz bir eşkâl var mı?


-Hayır, beyefendi! Tek bildiğim Gelin çiçeklerimin burada olmaması fakat hangi tür bir hırsız çiçek çalar ki?


-Gelin çiçeği nasıl bir çiçektir, hanımefendi?


-Aslında insanlar o çiçeği Calla lily olarak bilir fakat ben de alışkanlıktır ben Gelin çiçeği derim.


Calla lily lafını duyduğumda tüylerim diken diken olmuştu. Gün geçtikçe benimle daha yakından dans ediyordu. Ekiplere anons geçtim, çevrede bir hırsız olabileceği bu yüzden dikkatli olmalarını ve şüphelendikleri kişileri durdurmalarını istedim. Bir olay yeri ekibi çağardım, kadına kartımı uzatıp ‘’ Hanımefendi, bir şeye ihtiyacınız olursa lütfen çekinmeden arayın dedim.’’


-Umarım bir şeye ihtiyacım olur, beyefendi. Teşekkür ederim.


Kadının bu tavrı hoşuma gitmişti ama aynı zamanda da biraz gerilmiş ve utanmıştım. Eşimle ettiğimiz böylesine bir kavganın üzerine çok tatlı geliyordu bunu inkâr edemem. Daireden ayrıldım, bir sigara yaktım. Apartmanın önünde Tad’i arayıp beni almasını söyledim. Tad’i beklerken bir arabaya yasladım kendimi. Sigaramı içip düşünüyordum. Bunu yapan katilimiz miydi? Calla lily çalan bir hırsız, bilemiyorum yani bence bizim katilimiz olmalıydı. Fakat neden çiçek çalıyordu? Düşüncelerim ile tartışırken yağmurun soğuk dokusunu saçlarımda hissettim. Bu sağanak içime büsbütün bir mutluluk, düşüncelerime ise kusursuz bir arınma getirmişti. Şuan düşüncelerim ve huzursuzluğumla bu yağmuru kirletmek istemiyordum. Düşüncelerimi olabildiğince susturdum. Gözlerimi kapatıp, kafamı gökyüzüne doğru çevirdim. Yüzüme düşen her damlayı ayrı ayrı hissetmek istercesine zorluyordum kendimi. Bir korna sesi duydum, gözlerimi açtığımda az önce hırsızlığa uğramış olan kadını yağmurdan saçları sırılsıklam olmuş halde bana bakarken gördüm. İşaret parmağıyla bir yeri işaret etti. O tarafa döndüğümde Tad’in arabasını gördüm. Kadına küçük bir gülümseme eşliğinde başımı eğerek selam verdim.


Arabaya bindim. Tad kadını fark etmiş olmalı ki pis pis gülüyordu bana. Eşimi ne kadar sevdiğimi bildiği halde bu vurguyu istisnasız herkes yapıyordu. Bir adamı, başka bir kadınla gördüklerinde illa ki bir cinsellik illa ki yeni filizlenecek bir aşk olmak zorundadır çünkü onlara göre bir erkek ve bir kadın arkadaş olamaz. Arkadaş olduysa da bunun sebepleri farklıdır. Arabaya bindiğimden beri bana bakıp pis pis gülerek bu olaydan memnunmuşçasına hareketlerini yüzüme sokan Tad’e dönüp ‘’Bir daha bir şey ima edecek bir harekette bulunursan kendini masa başı görevde bulursun.’’ Dedim. Böylesine kaba ve tehditkâr tavırlar sergilemekten ne kadar hoşlanmasam da beni sürekli olarak buna zorlamaları ve bunun işe yaramasından bıkmış, usanmıştım. Merkeze varana kadar nefes almak dışında ağzını açmadı.


Merkeze vardığımızda, ceza olarak Tad’e katilimizin dosyalarını derleyip toplamasını emrettim. Masamda oturmuş çay keyfimi yaparak onu seyrediyordum. Onu seviyordum evet, merkezde bana en yakın insan oydu ama herkes nerede duracağını bilmeliydi ya da bir şekilde öğrenmeliydi. Masama doğru yaklaşan birini seziyordum, gözüm hala Tad’de iken. Kafamı yavaşça o tarafa doğru çevirdim. Ziyaretçi yaka kartı ve kemik gözlükleri dikkatimi çekti. Gelen bir gazeteciydi. Daha söylememişti fakat fazlasıyla anlaşılıyordu.


-Komiserim, merhaba! Ben Halkın Muhbiri gazetesinden geliyorum. Adım Katheryn Thompson. Sizinle bir katil hakkında röportaj yapmak istiyoruz acaba bu mümkün mü?


-Merhaba, hanımefendi! Hoş geldiniz! Elbette mümkün fakat hangi soruya cevap vereceğime benim karar vermem gerek. Siz de hak verirsiniz sanırım bu duruma.


-Tabi ki! Öncelikle, katilimize biz bir lakap taktık ki, o da bahçıvan. Sanırım hangi katilden bahsettiğimi anladınız. Bu röportaj boyunca eğer sizin için bir sakıncası yoksa ona bu lakap ile hitap edeceğim.


-Evet, anladım. Açıkçası benim için bir sakıncası var. Şöyle ki, seri katillere medya olarak taktığınız bu lakaplar, onlara özgüven veriyor. Bu röportaj boyunca ona kolaylık olması için böyle hitap edebilirsiniz fakat sizden ricamdır ki yazıyı yayınladığınızda ona bu şekilde hitap etmeyiniz.


-Anladım, bu konuda editörümü ikna etmeye çalışacağım. Öncelikle kurban seçimlerini neye göre yaptığını sormak istiyorum. Bu soruya bir cevabınız var mı?


-Kurban seçimlerini, ilk başta nasıl yaptığını anlayamamıştık fakat bazı ipuçları ve tanıklar sayesinde sadece bir noktaya varabildik ki bu da katilimiz, suçlulardan oluşan bir kurban havuzuna sahip diyebilirim.


-Nasıl yani? Mafya babası bu dediğinize uyuyor fakat öğretmen Rhian, öğrenci Michelle ve John?


-Rhian’ın öğrencilerinden birisinin velisinin bize gelip bir olay anlatması üzerine Rhian’ın istismarcı bir öğretmen olduğunu öğrendik, yani suçlu. Michelle’in hiçbir suç kaydı bulunamadı ama fark ettik ki Michelle’in üstünde bulunan çiçek yapaydı. Bu da bize bahçıvanın yapmadığını düşündürtmüştü. Sonrasında Michelle’in cinayetinden John’u suçlu bulmamızın ardından John’un cesedini bulduk. John’da suçluydu.


-Vaov! Biz bunların hiçbirini bilmiyorduk. Peki, neden çiçek bırakıyor?


-Bu konuda biz de daha kesin bir kanıt bulamadık ama geçmişiyle ilgili bir bağlantısı olabileceğini düşünüyorum. Mesela zamanında bir suçlu tarafından öldürülen bir yakını bu çiçekle ilgileniyor olabilir. Bu çiçeği katilimize vermiş olan sevgilisi, öldürülmüş olabilir mesela.


Ben, gazeteci arkadaşla sohbete devam ederken bir memur araya girdi. Bir cinayet ihbarının geldiğini ve bizim katilimiz olduğundan şüphelendiklerini söyledi. Ben hemen çıkmak için telsizimi kapıp kalktığımda masadan. Haberi duyan Katheryn de bize eşlik etmek istedi. Tad ise çoktan ceketini giyip hazırlanmış. Bizi bekliyordu. Arabaya binip, olay yerine doğru yola çıktık. Olay yerine varana kadar bu iki geveze gerçekten de başımı ağrıtmıştı. Bu insanların çenesi yorulmuyor mu diye düşünmüştüm yol boyunca.

Kurban bir sanat galerisinde bulunmuştu. Olay yerine vardığımızda karşılaştığımız manzara fazlasıyla şaşırtıcıydı. Bir demet Calla lily adamın göğsüne saplanmıştı. Gördüklerim karşısında o kadar şaşırmıştım ki herhangi bir fikir dahi yürütemiyordum. Tad’e dönüp, ne düşündüğünü sordum.


-Komiserim, karşılaştığımız bu manzara beni çok şaşırttı. Bu durumu anlatabileceğim, analiz edebileceğim hiçbir kelime öğrenmedim bu hayatta.


Katheryn’in şaşkınlığı bizden önce geçmişti. Sabırsızca bir şeyler söylemek istediği yüzünden okunuyordu. Gözlerine baktığımda birden konuşu verdi. Niyetim asla onu konuşturtmak değildi ama bazen böyle basit hatalar yapabiliyorduk işte.


-Komiserim, bu adamı tanıyorum. Adı Lancelot Acel.


-Sen nereden tanıyorsun?


- Kendisi ressam, komiserim. Geçen hafta olan bir müzayedede bir tablosu 6 milyon’a yakın bir değerde satıldı. Haberini ilk biz yayınlamıştık, oradan biliyorum ben de. Hatta haberin taslağı telefonumda var göstereyim.


Telefonunda ki taslağı bize gösterdi. Bu tablo mu 6 milyon değerindeydi, sadece kırmızıydı. Elbette ki bunu dışımdan söylemedim çünkü sanattan anlayan Tad bu konuda beni hor görsün istemiyordum. Tad eliyle telefonda ki bir noktayı işaret edene kadar kırmızı bir tablo görüyordum. Sonrasında fark ettim ki orada bir çiçek imgesi vardı. Çok silikti bana göre ama sanırım görebiliyordum. Tad’in heyecanına yenik düşmesinin belirtisi olan bir çığlık, düşüncelerimizi bastırmıştı.


-Evreka! Komiserim, bu tabloda sadece kırmızının tonları kullanılmış. Fark etmesi zor ama bu tabloda bir Calla lily çizili.


Bu lafın üstüne düşüncelerim saniyeler içerisinde akıp bütünleşmiş ve bu cinayetin belki de kritik noktası olabilecek bir soru oluşturmuştu.


-Katheryn, bu tablo ne zaman çizildi biliyor musun?


-Komiserim, sanırım çizildikten 2 gün sonra satıldı.


Tad’in boşluğa dalmış o çılgın bakışlarını okuyabiliyordum fakat ben söylemeyecektim. O bu tarz durumlarda öne çıkmayı seviyordu. Yavaş yavaş tüm düşüncelerini toplamasını bekledim.


-Katilimizin ilk cinayetinden kesinlikle sonraydı. Sadece kırmızıların kullanıldığı bir Calla lily tablosu çizmişti. Elbette bu halkın ve katilimizin dikkatini çekecekti. Bunda ki tek sorun kurbanımız ne suç işlemişti ki göğsünde bir demet çiçek saplıydı?

-Ben de bilmiyorum, Tad. En iyisi senle kurbanın evine gidelim belki bir şeyler buluruz.


Katheryn, yavru bir kedi gibi gözlerime bakıyordu. Gelmek istiyordu, biliyorum hangi gazeteci istemezdi ki? Normalde böyle durumlarda yabancı kişilerin olay yerlerine gelmesine izin vermem fakat bu cinayette çok küçük de olsa bize yardımı dokunmuştu. Bana bakışlarının karşısında pes edermişçesine kafamı eğdim. Arabaya bindik ve muhteşem üçlü olarak yola koyulduk. Yolda iki gevezenin muhteşem tartışmalarını kaliteli müziklerle baltalıyordum. İnanılmaz keyif veriyordu bana. Merkezden kurbanımızın adresini istemiştik, Tad tarif ediyor ben ise sürüyordum ve Katheryn inatla konuşuyordu.


Şehrin zengin kesiminin yaşadığı yerdeydik. Buralara yolum hiç düşmezdi ve bu kadar lüks bana fazlaydı. Böylesine lüks düşkünlükleri de beni rahatsız ederdi zaten. Her yerde bulabileceğin bir çantanın üzerinde sadece bir marka ismi olması nedeniyle benim 4 yıllık maaşıma satılması beni buralardan iten nedendi sanırım. Kurbanın dairesine gelmiştik. Dairenin kapısını açmamız gerekiyordu ama ben çilingir beklemek istemiyordum. Maymuncuğumla açtım kapıyı ve daireye girdik.

Dairede ağır bir koku vardı. Evin büyüklüğü kapı eşiğinden bile belli oluyordu. Evin içine dağıldık. Tad, koridorun sağ tarafını, ben ve Katheryn ise sol tarafını almıştık. Görkemli bir salonu vardı kurbanımızın. Avizelerden birisi üstüme düşse, yoğun bakıma kaldırılabilirdim. Bu derece lüks hastalığı beni boğuyordu. Katheryn’in bir çekmeceyi açması ve bana seslenmesi bir oldu. Ona doğru baktığımda elinde bir sürü paketi açılmamış şırınga vardı. Uyuşturucu bağımlısı olabileceğini düşündüm. Çoğu sanatçı hayal gücünü genişletmek için kullanıyor diye biliyordum. Üstelememiştim bu durumu. Tad’in içerden bize bağırmasıyla o tarafa doğru yöneldik.


-Komiserim, bunu görmelisiniz.


-Ne oldu, Tad?


-Bu oda sanırım kurbanımızın çizim odası. Kokuyu alabiliyor musunuz?


-Ağır bir koku var, evet ama ne olduğunu anlayamadım.


-Ben de anlayamamıştım, aslında bu odanın ağır şekilde tiner ve boya kokması gerekiyor. Tiner kokusu var zaten fakat bir koku daha var. Şu yerde ki kırmızılığı görüyor musunuz? Onu bir koklar mısınız?


Yavaşça eğilip işaret ettiği kırmızılığa daldırdım parmağımı ve burnuma götürdüm. Boya değilmiş. ‘’ Kan bu!’’ dedim. Evet, kokunun ne olduğunu bulmuştuk fakat hiç birimiz buna anlam verememiştik. Boş boş birbirimize bakıyorduk. Katheryn ilk soruyu sormuştu.


-Ee, yani kurbanımız burada mı öldürüldü?


-Olabilir.


-Katheryn, biz seni çalıştığın yere bırakalım, oradan da merkeze geçelim, sana uygun mu?


-Olur komiserim.


Katheryn’i çalıştığı gazeteye bıraktıktan sonra merkeze doğru gitmeye başladık. Yolda Tad ile bu konu hakkında konuşuyorduk. Kurbanın neden öldürülmüş olduğu, kurbanın neden Calla lily’i resmetmiş olduğu, neden sadece kırmızı renk kullandığı ve kurbanın suçunun ne olduğu. Bunlardan bir iki tanesine cevap bulabilmiştik sadece. Kurban Calla lily’i tamamen şuan şehrimizde dalgalanan bu seri katil olayları yüzünden çizmişti. İlgi ve şöhret için. Tad’e göre sadece kırmızı ile çizmesinin nedeni bir seri katil imzası olmasıydı. ‘’Bir seri katili kırmızı resmedebilir ancak.’’ dedi. Bu konuşma devam ederken merkeze varmıştık. Büromuzun olduğu kata çıktığımızda bu sabah hırsızlığa uğrayan kadını masamın önünde gördüm. Tad pis pis sırıtmak üzereyken ona dönüp ‘’ Sakın sırıtayım deme! Ayrıca eğer kadın konuşmaları uzatırsa onunla uğraşacak vaktim yok. Gelip beni çıkartacaksın oradan.’’ Dedim.


-Merhaba, hanımefendi. Hoş geldiniz!


-Merhaba, komiserim. Nasılsınız?


-İyiyim teşekkürler siz nasılsınız? Bir şey içer misiniz?


-Yok, sağ olun. Almayayım. Ben bu sabah için size teşekkür etmek istedim. O yüzden rahatsız ediyorum sizi.


-Yok, efendim ne rahatsızlığı.


-Teşekkür ederim, komiserim. Gerçekten siz yardımıma koşmasaydınız, hayırsız komşularım beni ölüme terk ederlerdi.


-Rica ederim, görevim.


-Size böyle kuru kuru teşekkür etmek canımı sıkıyor. Acaba sizi evimde bir akşam yemeğine davet edebilir miyim?


-Hanımefendi, çok naziksiniz. Yanlış anlamayın ama ben evliyim ve eşim bu durumu pek hoş karşılamaz.


-Eşinizle buyurun gelin. Gerçekten size minnetimi sunmak istiyorum.

-Anlaştık o halde.


-Adresi biliyorsunuz, bu akşam yedide benim evimde buluşuyoruz, uygun mu?


-3 saat sonra yani, çok ani olmadı mı hanımefendi? Eşime de bir danışsam iyi olurdu.


-O halde siz eşinize danışıp beni arayın, numaramı kartınızın arkasına yazdım. Aramanızı bekliyorum. İyi günler.


-İyi günler!


Resmen hiçbir sözüne karşı çıkamamıştım. Bu kadından etkilenmiş miydim? Güzel, alımlı ve genç bir kadındı. Etkilenmiş olsam da bu dürtümü kontrol etmem gerekiyordu. Eşimi arayıp, durumu anlattım. Bana küs olduğunu ses tonu ve cevaplarından belli oluyordu fakat kabul etmişti. Buzlarımızı kırmak için güzel bir fırsat olabilirdi. Tad’e ‘’ Sen şu kurbanın tablolarını incele. Ben şimdi çıkacağım. Sende 1 saate çıkabilirsin. Bir şey bulduğunu düşünürsen ara beni.’’ Dedim.


Arabama binmiş, evimin yoluna koyulmuştum. Misafirliğe gidecektim, bir hediye almak lazımdı diye düşünürken bir içki dükkânı çarptı gözüme. Dükkân sahibinin güzel olduğunu söylediği bir şarabı aldım ve evime sürmeye devam ettim. Keyfim gereksiz bir şekilde yerindeydi. Eve vardım, evimin kapı eşiğinde bir mektup falan yoktu. Bu sıra dışı olmuştu artık. Eve girdim, eşimi yatak odamızda makyaj yaparken yakaladım. Kapının eşiğine bir omuzumla yaslanıp onu izledim bir süre. Müziğin sesinden ötürü geldiğimi duymamış olabilirdi. Onu izlediğimi fark ettiğinde küçük bir gülümseme oturdu suratına. O gülümsemenin verdiği cesaret ile kollarımı beline doladım ve bir öpücük kondurdum yanağına. Gülümsemesinin sıcaklığı giderek artıyordu. Kafasını bana çevirip yeni sürdüğü rujunu bozdu dudaklarımda. Bir gece ayrı yatmamız birbirimizi fazlasıyla özlettiriyor olmalıydı bize. Çünkü kendimize engel olamadık. Rujunu bozmasının ardından yatağı da birazcık dağıtmıştık. Sevgilimin artık tekrar hazırlanması gerekiyordu. Ben de duşa girmeliydim çünkü sabah kendimi bok gibi hissettiğim için dişlerimi bile fırçalamamıştım. Koktuğumdan hiç şüphem yoktu. Ben duştan çıktım, saçlarımı şekillendirdim, sakallarımı düzelttim. Giyindim, aksesuarlar bile taktım fakat eşim hala hazır değildi.


Eşimin hazır olmasını salonumuzda otururken sigara içerek bekliyordum. Ben hazırım! Lafını duymamla kafamı çevirmem bir olmuştu. Resmen parıldıyordu. Güneşim sayesinde bende parlıyordum. Evden çıktık, apartmanın merdivenlerini kol kola indik. Arabanın yanından geçip gittiğimde, arabayla gideceğimizi düşündüğü için şaşırmıştı. Kolundan yavaşça çekerek yürümeye devam ettim. Yan binaya gittiğimizi öğrendiğinde daha da şaşırmıştı. Misafirliğimizi geçireceğimiz dairenin kapısındaydık. Eşim biraz heyecanlı gibiydi. Kapıyı çaldım. Hızlı birkaç adım sesinden sonra kapı açıldı. Eşim, ev sahibine Kaya! Ev sahibi de eşime Natalie! Dedi. Birbirlerini tanıyorlar mıydı?


-Tanışıyor musunuz?


‘’Evet!’’ dedi ve bizi içeri buyur etti, Kaya. Eve girdik, sabah girdiğim ev değilmiş gibi hissettim. Her yer derlenmiş, toplanmıştı. Ev, içinde bulundurduğu bir sürü çiçeğin kokusuyla doluydu. Işıklar, arka planda çalan müzik resmen her şey harikaydı. Aç olmam nedeniyle muhteşem yemek kokuları da bu çiçek kokularının yanında burnuma geliyordu elbette. Elimde ki şarabı Kaya’ya doğru uzattım. Teşekkür eder ve güzel bir seçim dercesine adeta bir prenses gibi eğdi vücudunu. Eşimin masaya oturması için sandalyesini tuttum. Ardından ben de karşısına geçtim. Kaya gelip ‘’Hemen yemeğe mi başlamak istersiniz yoksa önce birer kadeh şarap mı içelim?’’ dedi. Elimle eşimi işaret edip, onun karar vermesini istedim. Eşimin kararı birer kadeh şarap oldu.


Şaraplarımızı koyduk. Kadehlerimizi yıllanmış şarabımızı içmek için biraz salladık. Kadeh kaldırdıktan sonra ilk yudumlarımızı aldık ve ilk soruyu sordum.


-Ee siz nereden tanışıyorsunuz, Kaya?


-Hmm… Geçen hafta şehirde bir müzayede vardı. Orada tanıştık. Natalie de ben gibi müzayedeleri bir şey almasa da izlemekten hoşlanıyormuş. Yan yana oturuyorduk müzayedede.


-Hani şu 6 milyonluk kırmızı tablonun olduğu müzayede mi?


-Evet, sevgilim. Sen nereden biliyorsun?


-Tadınızı kaçırmak istemem fakat bugün o resmin ressamının cesedini bulduk. O tabloyu kim aldı biliyor musunuz?


-Komiserim, çok yaşlı bir adam vardı yanında ki korumalarından anlaşılıyordu, zenginliği. Siz cinayet bürodan mısınız? Eğer öyleyse bir şey sorabilir miyim?


-Evet, öyleyim. Elbette!


-Kurbanlarının yanlarına çiçek bırakan katilin dosyalarına siz mi bakıyorsunuz?


-Ben bakıyorum.


-Haberlerde görüyorum. Hiçbir delil bırakmadığı falan söyleniyor, doğru mu?


-Ne yazık ki! Bu konuyu boş versek daha iyi olacak tadımız kaçmasın.


-Elbette, komiserim. Kusuruma bakmayın. İşte biz de eşinizle müzayededen sıkılıp bir bara geçtik. İçkiyi biraz fazla kaçırmış olmalıyız ki gerçekten evin yolunu zor bulduk. Geceyi bende geçirdik.


-Evet, sevgilim! Biliyor musun, Kaya da aynı ben gibi caz tutkunu birisi?


-Aa bu arada, hediyeni beğendin mi Natalie?


-Hediye mi? O gramofon senin hediyen miydi? Dedim.


-Evet, komiserim. Eşiniz gibi caz tutkunları çok rastlanan türden değillerdir. Cazın tadını hissedebilmeleri için her şeyi yapmaya hazırım. Neyse ben yemekleri getireyim.


Eşimizle ikimiz masada yalnız kaldığımızda bir sessizlik hâkim olmuştu ortama. Yemekler gelene kadar ikimizde farklı yerlere dikmiştik gözlerimizi. Burnuma gelen et kokuları, midemi konuşturmaya yetiyordu. İçimde bir canavar var gibi hissediyordum. Eşim de benim bu halime gülüyordu. Yemekler gelmişti. Önümde leziz bir az pişmiş et vardı. İçimde ki canavarı bastırmaya çalışıyordum. Bir lokmada bitirebileceğime emindim fakat kibar ve nazik olmam gerekiyordu. Bir güvercin gibi neredeyse gagalayarak yiyordum yemeğimi. Ardından gelen muhteşem çorbalarımız, midemizi rahatlatmak için harika bir seçenekti. Yemeklerimizi bitirmemizin ardından, daha rahat olması için koltuklara geçtik, elimizde kadehlerimizle. Sohbetin samimiyeti, eşimle aramızda olan buzları kırmıştı. Sohbet değişik haller almaya başlamıştı. İki arkadaş, bir olup benim kahramanlıklarımdan söz ediyorlardı. Bir cinayet masası polisi olarak kahraman olabilecek en son kişiydim. Onlar beni övdükçe, ben de başımı eğip mütevazı bir gülümseme takınıyordum suratıma. Şarabın gerçekten kaliteli olduğunu düşünmeye başlamıştım çünkü 2 ya da 3 kadehte ilk defa bu kadar başım dönüyordu. Mütevazı gülüşlerimden dolayı eğdiğim başımı kaldırmakta zorlanıyordum. Kendimi iyice zorlayıp başımı kaldırdığımda 2’side bayılmış gibi gözüküyordu. Hayır! Sarhoşluk değildi bu. Başımız dertteydi fakat ben kafamı bile dik tutamıyordum. Bulanıklık karanlığa bırakmıştı, kendini.


Eşimin bağırışlarıyla uyandım. ‘’Dövmeden nefret ederim, çiçeklerden de nefret ederim. Sil şunu.’’ Bağırışları ‘’ Natalie, sakin ol. Başımıza kötü bir olay geldi ve şuan şoktasın. Kanatacaksın daha fazla zorlama. Böyle silemezsin onu. ‘’ cümleleriyle beraber kafamda dönüp duruyordu. Koltuktan kalkmak için koltuğun kollarından güç alarak ittirdim kendimi. Neredeyse düşüyordum ve kafama feci bir ağrı saplanmıştı. Göğsümde de biraz sızı vardı. Evde ki sesleri takip ederek yanlarına gittim. Eşim, banyonun kapısına oturmuş ağlıyordu. Kaya ise onu sakinleştirmeye çalışıyordu. Eşim kolunun iç tarafını tırnaklarıyla kazımak istiyor gibiydi. Eşimin kolunda bir Calla lily dövmesi vardı. Hemen yanına eğildim ve eşimin yüzünü ellerimin arasına aldım. Ağlamaktan gözleri kıpkırmızı, yüzü ise sırılsıklam olmuştu. Kendinde olup olmadığını anlamak için salak saçma birkaç soru sordum. İlk ikisine cevap verdikten sonra sinirlenip küfretmeye başladı. En azından şokta değildi. Koluna girip kaldırdım onu. Yavaşça bir koltuğa götürdüm ve yatırdım. Kaya’ya kafamla mutfağı işaret ettim.


-Neler oldu? Anlatmaya başlasanız iyi edersiniz.


-Komiserim, yemin ederim ben de sizinle beraber bayılmışım. Uyandığımda benim de kolumda bir gelin çiçeği dövmesi vardı.


-Şarabı ben aldım, açılmamış bir şişeydi. Yemeği sen yapmadın mı? Ne bayılttı bizi nasıl bilmiyorsun?


-Komiserim, ben yemeği dışarıdan söyledim, özür dilerim. Gerçekten, size teşekkür etmek istemiştim fakat yemek yapmak konusunda çok başarısızım. Mecburdum. Kim bayılttı bizi, neden bayılttı bilmiyorum ama üçümüzde de aynı dövmeden var artık.


Hemen kollarımı sıvadım. Kollarımda hiçbir şey yoktu. Nefret kusmak istiyordum. Duvarları yumruklamak ve ya bir insanın burnunu ağzıyla aynı seviyeye getirmek istiyordum. İşte bunlar bu durumun ilaçlarıydı benim için. Sinirimden gömleğimin kollarını yırtmıştım. Kaya, sakin olmam için kollarımı tutmaya çalışıyordu.


-Hani benim dövmem nerede be?


-Sizin ki göğsünüzde, komiserim.


Göğsüme baktığımda birden etraf bulanıklaşmaya başladı. Bir yerlere tutunmam gerekiyordu. Tutunamadım, mutfak masasında ki birkaç tencereyi de düşerken yanımda götürdüm. Kaya beni tutmaya çalışmış olsa da gücü yetersiz kalmıştı. Sırtımı mutfak tezgâhına dayamış, ellerimle başımı ovuşturuyordum. Artık katil benimle beraberdi. Dans pistimiz git gide daralıyordu fakat artık pistte tek beden varmış gibi hissediyordum. Katilimiz bu cesareti nereden buluyordu. Bu düşüncelerden kendimi çekip çıkarmam gerekiyordu çünkü kafayı yemek üzereydim. Ceplerimi kontrol ettim, telefonumu bulmak için Tad’i aramam gerekiyordu. Telefonum ceplerimde değildi. Kalkmak için kendimi zorladım ve en sonunda başardım. Kalktığımda fark ettim ki Kaya’nın durumu da hiç iyi değildi. Misafirleri fenalaşmıştı, kendini suçluyor olmalıydı. Onu sakinleştirmek için bir bardak su doldurdum ve ona doğru uzattım. Kuru boğazının ıslanışını hissedebiliyordum. Ben yemek masasına doğru ilerlerken, Kaya da banyoya gitmişti. Eşim koltukta oturmuş, başını ellerinin arasına almış, öylece duruyordu. Telefonu aldım ve saat 02.00’dı. Neredeyse 4 saattir baygınmışız. Bu durum beni iyice germişti.


Saati umursamadan Tad’i aradım. Uykulu bir sesle açtı telefonu. Yanıma gelmesini ve nerede olduğumu söyledim. Gelirken bir sağlık ekibi getirmesini ekledim kapatmadan hemen önce. Telefonu masaya bıraktım, sigaramı buldum ve bir sigara yaktım, bir sandalyeye oturup. Masada katlı bir kağıt parçası vardı. Almak için uzanırken birkaç şey devirdim. Hiç umursamadan aldım kağıdı.


--İnsanlar boya değildir!--


Katilimizin buraya geldiğinden artık emindim. Peki, neydi bu kağıtta yazan cümlenin anlamı, ben hiçbir şey anlamamıştım. Tad gelince ona gösteririm diye düşündüm. Kağıdı cebime sokuşturdum. Kafamı toparlayamıyordum. İlacın dozunu fazla kaçırmıştı diye düşünerek, gülmeye başladım. Hatta bu gülüşlerim, kahkahaya dönüşmüştü. Sinirden, bir büyüğü tarafından gıdıklanan ufak bir çocuk gibi kahkaha atıyordum salonun ortasında. Eşim, kafasını kaldırmış beni izliyordu. Kahkahamı kesemiyordum. Sinirlerim bana kahkaha attırıyor, kahkaha atıyor olmam da beni iyice sinirlendiriyordu. Bu döngünün içinde psikolojimi kaybetmek üzereydim. Sandalyemden hızlıca kalktım ve masayı ters düz ettim. Gecenin bu saatinde masanın üstünde ki her şeyin kırılma sesi, beni bir nebze olsun tatmin etmişti. Zil çalıyordu. Hızlıca gittim ve açtım kapıyı.


Kapı açıldığı gibi Tad iyi miyim diye sordu. İyiyim dercesine salladıktan sonra kafamı, kapıyı iyice açıp içeri girmelerini söyledim. Sağlık ekiplerine beni sona bırakmalarını, içerideki kadınlarla ilgilenmelerini söyledim. Sağlık ekipleri yanımızdan ayrıldıktan sonra Tad’e cebimdeki kağıdı gösterdim. Eline aldı ve açtı kağıdı. Okuduğu anda beyninde şimşekler çaktığını görebiliyordum. Belli şeyleri anında algılayabiliyordu fakat hepsini oturtması zaman alıyordu. Sabırla beklerken düşüncelerini bilge adamın ağzı açıldı.


-Komiserim, burada –İnsanlar boya değildir- yazıyor. Hatırlarsanız kurbanımızın evinde kan bulmuştuk ve kendi evinde öldürülmüş olabileceğini düşünmüştük fakat ya bulduğumuz kan kurbana ait değilse?


-Ne diyorsun be? Bulmaca gibi konuşma, kafam zaten yerinde değil.


-Komiserim, ya bu kağıtta yazan her şey gerçek anlamda kullanılmışsa?


-TAD!


-Kızmayın, komiserim. Diyorum ki, kurbanımızın tablosu sadece kırmızı renkten oluşuyordu. Kurbanımızın evi boya kokmuyordu. Ya kurbanımız tablosunu insan kanından yapmışsa?


-Hasiktir! Hemen merkezi ara ve tabloyu bulsunlar. Neyle yapılmış kan mı ne boksa bulsun haber versinler.


-Tamam, komiserim.


Tad telefon ile konuşmak için yanımdan ayrılınca eşimle ilgilenen sağlık ekiplerinin yanına doğru ilerledim. Eşim, sürekli olarak kolunda ki dövmenin nasıl silineceğini soruyordu. Sağlık ekipleri de çaresizce kaçamak cevaplar veriyorlardı. Eşimin kontrollerini yapan sağlık görevlileri, beni kontrol etmek için koltuğa oturup, rahatlamamı istediler. Görevlilerden birisi, göğsüme yapılan dövmenin sağlıklı olup olmadığını kontrol etmek için dövmemi açtı. Eşim dövmemi gördüğünde çığlık atıp, bayıldı. Sağlık ekiplerine eşime bakın dedim. Onlar eşimle ilgilenirken Tad yanıma geldi. Dövmemi gördü. Dudaklarını imrenerek bunu beğendiğini gösteren bir tavırla büzdü ve kafasını salladı. Açıkçası dövmem benim de hoşuma gitmişti. Elbette bu durumu eşimden saklıyordum çünkü kendisi gerçekten dövmeden nefret ederdi. Sağlık ekipleri yarın hepimizi hastaneye daha detaylı bir inceleme için çağardılar ve evi terk ettiler.


Her birimiz bir yerde oturmuş, sessizlik ve düşünceler ile boğuşurken Tad’e gelen telefon hepimizin dikkatini çekmişti. Herkes pür dikkat Tad’e bakıyordu. Ben kimin aradığını biliyordum ama Kaya ve Natalie niye bakıyordu anlam verememiştim. Tad telefonu kapattıktan sonra bir sessizlik sardı evi. ‘’Konuşsana be adam!’’ tepkimden sonra Tad duyduklarından tatmin olmuş şekilde konuşmaya başladı.


-Komiserim, haklıymışım. Tablo, bir insanın kanıyla yapılmış. Bir hayat kadınına aitmiş bu kan. Hayat kadını olduğundan dolayı sanırım kimse kaybolmasını irdelememiş.


Tad’i çekip Kaya ile beraber kalmasını istedim. Ben de eşimin koluna girdim ve eve gittik.

Evin kapısından girdiğimiz anda kolumdan sıyrıldı, ağlayarak odaya gitti. Zor bir durumdu yaşadığımız, ben de biliyordum bunu. Sakinleşmesi için ona bir sigara içimlik zaman tanıdım. Sigaram bittiğinde odaya doğru gittim ve eşim, ağlayarak eşyalarını topluyordu. Ne yapıyorsun diye sordum.


-Bu katil yakalanmadan senin etrafında olmak istemiyorum. Şu hayatta nefret ettiğim iki şey var ve ben ikisini de şuan vücudumda taşıyorum. Sabah patronumu arayıp izin alacağım, tatile ihtiyacım var, sensiz.


Kelimeler boğazımda düğümlenmişti. Ağlamamak için tutuyordum kendimi. Çantasını topladıktan hemen sonra bir hışımla çıktı evden, hiçbir şey demeden. Koskocaman yatağın tam ortasına tek başıma yatmıştım. Çevrede hiçbir kara parçası gözükmeyen bir okyanusun ortasında gibi hissediyordum. Eşim beni terk etmişti ve ben ne yapacağımı bilmiyordum. Sabaha kadar o kocaman ve soğuk okyanusta dönüp durdum.


Güneşin doğması günümü aydınlatmıyordu artık.


Devamı gelecek hafta….


Sevgilerle.


Yorumlar


© Copyright
bottom of page