top of page

Bölüm 3: Yabani ot

  • Yazarın fotoğrafı: Jhin
    Jhin
  • 7 Ara 2017
  • 14 dakikada okunur


ree


Kahvaltıda neler yemek isteyebileceğimi görmek için buzdolabına gittim. Yumurta, peynir ve domates kahvaltı için uygun gözüküyordu. Yemek yapma konusunda yetenekli değildim fakat kendimi doyurabiliyordum. Domatesleri rendelerken çalan parçanın ritmine sağ ayağımla eşlik ediyordum. Boş tavaya yağı döktükten sonra rendelediğim domatesleri de içine attım. Domateslerin iyice pişmesini beklerken, muhteşem sabahların en büyük keyfi olan kahvem için, su ısıttım. İyice kıydığım peynirleri ve yumurtayı aynı kâsede güzelce karıştırdım. Her şey hazırdı, yenmek için bekleyen biraz yanık yemeğim ve muhteşem kokan kahvem, beni bekliyordu. Ben yemeğe başladığımda sanki oynattığım müzik listemde günümün iyi geçmesi için uğraşıyor gibiydi. Çalan belli bir şarkıdan sonra gelebilecek en güzel şarkıyı seçip de yürütüyordu sanki.


Kahvaltım bittikten sonra tabağımı ve bardağımı toplamadan kalktım masadan. Odama gittim, giyinip işe gitmeliydim. Bugün fazlasıyla güzeldi. Kendimi iyi hissetmem, giyinişime dikkat etmeye teşvik ediyordu beni. Bir komiser olmam giyebileceğim kıyafetleri elbette kısıtlıyordu. Gömlek giymek istiyordum, 6 seçenekten birini seçmeliydim ki bu 6 şıktan birisi işim için fazla renkliydi. 5 seçeneğe şöyle bir baktığımda kareli mavi keten gömleğimi seçmek istedim. Hemen aldım ve giydim. Siyah bir kot pantolon fazlasıyla sade ve şık durabilirdi üstümdeki gömlekle beraber. Havanın güneşli fakat serin olması deri ceket tercihi yapmam için en uygun gün gibiydi. Banyoya gidip, dişlerimi fırçaladım. Ellerimi az su ile ıslatıp saçlarımı şekillendirdim. Evden çıkmak için hazırdım. Son kez boy aynasında kendime baktım ve kapıyı açtım.


Kapının eşiğine bırakılmış bir zarf vardı. Kalbim hızlanmaya başlamıştı. Zarfa doğru eğilirken kimden gelmiş olabileceğini tahmin ediyordum. Eğildim ve aldım zarfı. Üzerinde ki çiçek resmi kimden geldiğini zaten kanıtlamıştı. Tek soru içinde ne yazdığıydı ve ben bunu görmek istiyor muydum? Zarfı dikkatlice açtım, içinde ki mektubu çıkardım ve zarfın içinde başka bir şey olup olmadığını kontrol ettim. İçi boştu. Bu mektuplardan ilki elime ulaştığında fazlasıyla sinirlenmiştim şimdi ise sadece heyecanlı ve meraklıydım. Mektupta –Dün gece rahat uyudun mu?- yazıyordu. Neydi bu şimdi bir tehdit mi? Evini, işini biliyorum sana istediğim yerde ulaşabilirim. Kâbusun olmak istiyorum. Mesajı mıydı?


Benim istediğim de buydu oysaki ben de bana ulaşmasını istiyordum. Tutuşmak istediğim bir kavga vardı. Kazanmak ve ya yenilmek umurumda değildi. Suçluları avlayan katilimizi görmek istiyordum. Neredeyse meslektaşız bile diyebilirim. Ben tutuklayan karakterdim, o ise sadece daha sinirli ve sınırsızdı. Arkadaşımı öldürmüş olması konusunda ben de ona kesinlikle sinirliydim fakat yine de bunları neden yaptığını öğrenmek istiyordum. Mektubu zarfın içine koyup, katladım ve ceketimin sol iç cebine koydum. Kapıyı ardımdan çekip, oturduğum apartmanın merdivenlerini inmeye başladım. Apartman kapısının filmle kaplı olması havayı dışarıyı sanki bir fotoğraf karesiymişçesine gösteriyordu.

Kapıdan çıktığımda Tad beni bekliyordu. Ceketimin fermuarını çekerken ona doğru ilerledim. Birbirimize hiç bir şey demeden sadece kafalarımızı ‘’hey’’ dercesine hafif yukarı salladık. Yanıma takıldı ve yürümeye başladık. Merkeze sürekli arabayla gidiyor olmak buydu işte. Bu caddelerin hepsinin uzunluğunu biliyordum fakat geçtiğim yollarda ki parkları, ağaçları ve ya dükkânları bilmiyordum. Ben bunları düşünürken Tad konuşmaya başlamıştı.


-Şu uzun ince ağaçlara bakın, komiserim. Çok soylu gözükmüyorlar mı? Bazı günler bir park bulur orada saatlerce hiçbir şey yapmadan otururum. Rüzgarın ağaçlara dokunuşunu dinlerim. Kuşların birbirlerine bağırmalarını dinlerim. Doğa başlı başına bir sanat eseridir, eşi benzeri olmayan. Siz ne düşünüyorsunuz komiserim?


-Bilmiyorum, Tad. Ben genelde böyle şeylere dikkat etmem. Güzeli görüyor olabilirim hayatımın her anında ama onu hissedemediğime eminim çünkü hiçbir zaman fark edemiyorum varlığını. Hem güzel nedir ki? Gerçek midir?


-Aristoteles’e göre güzel olan matematiksel olarak orantılı olandır ki doğa buna fazlasıyla uyar çünkü kendi içerisinde muhteşem bir oran barındırır. Altın oran. Ama Kant’a göre güzel, hiçbir amaç gütmeden öne sürülen evrensel ve zorunlu hükümlerdir. Kant’ı anlamakta hep zorlanmışımdır ama bu cümlede ki felsefesinde söylediği zorunluluk, bana göre güzeli öldürür. Güzellik, zorunluluğun tamamen dışındadır. Güzel, estetik olandır, size bir şeyler hissettirebilendir.


-Ne bilmiş bir adamsın ya. Bence güzel, hüzün ve mutluluk kümelerinin kesişim kümesidir. Acılarının ve sevinçlerinin ortak paydasıdır.


-Fazlasıyla felsefik ve matematiksel bir tanım oldu komiserim.


Merkeze varmış olduğuma hiç bu kadar sevinmemiştim. Tad’e emirler vererek başımdan savabileceğim krallığıma gelmiştim. Büromuzun katında bizi karşılayan memur, bir cinayet ihbarını bize bildirene kadar biraz mutluydum, diyebilirim. Şehrin üniversite yerleşkesinde bir genç kadın cesedi, Michelle Bruno. 21 yaşında, matematik bölümü son sınıf öğrencisi, kalbinden tek kurşun ile vurularak öldürülmüş. Tad ile kapıdan geri dönüp cinayet mahalline doğru yola çıktık. Tad arabada yine fazlasıyla konuşuyordu ama ben dinlemiyordum çünkü her mesai bitiminde koltuğuma uzandığımda başımın ağrıması hoşuma gitmiyordu. Arada onaylarcasına başımı sallıyor ve ya ‘’hı hı ‘’ seslerini çıkarıyordum.


Olay yerine vardığımızda etraf gazeteci doluydu. İnsanların acılarıyla beslenen akbabalar. Kimin öldüğü, acı çekip çekmediği, ölen kişiyi seven insanlar umurlarında değildi. Onlar yaratabilecekleri manşetleri düşünüyorlardı. Eminim ki katilimize bir isim bile takmışlardı. Çiçek katili, bahçıvan vb. Bu durum beni çok sinirlendiriyordu. Nefesimi tutup aralarından geçtim. Karşımda yatan bir kadın cesedi, üstünde de Calla lily vardı. Ne görüyorsun, Tad?

-Kalbe gelen tek kurşun kurbanımızın ölüm nedeni bu bariz. Cesedin pozisyonuna bakarak şöyle bir şey diyebilirim ki sanırım kurbanımız ayakta katilimiz ile karşı karşıya iken vurulmuş. Kurbanımızın yakalarında ki kırışıklıklar boğuşma izi olabilir ki bu çok güzel çünkü ilk iki kurbanda yoktu. Katilimizin parmak izlerini bulabiliriz. Çiçek, katilimizin simgesi olan calla lily gibi gözüküyor.


Kafamı haklısın dercesine salladım. Kampüsün dışında kalan bir bölgedeydik. Çok fazla görkemli ağaç ve çalı çırpı vardı. İşlek bir yer olmadığı belliydi. Katilimiz Michelle’i buraya gelmeye nasıl ikna etti diye düşünüyordum. Olay yeri ekiplerine her şeyi iyice aramalarını söyledim. Tad’e dönüp Michelle hakkında öğrenebildiğin her şeyi öğren, ben de bu bölge hakkında bilgi toplayacağım dedim. Tad’in ayrılmasıyla ben de rektörlüğe doğru ilerledim. Çevremizde gördüğümüz gibi üniversitenin bütün parası rektörlük binasına veriliyormuş gibi bir izlenime kapıldım, binayı gördüğümde. Rektörün odasına kadar bir sekreter tarafından götürüldüm. Odaya girdim. Bir öğrencisinin vurularak öldürülmüş olması pekte umurunda değil gibiydi.


-Hocam, merhaba! Ben cinayet bürodan geliyorum. Bugün kampüsünüzün ormanlık bir bölgesinde bir kadın cesedi bulundu. Michelle Bruno. Ben cesedin bulunduğu bölge hakkında bilgi almak için size geldim.


-Komiserim, o bölge 2-3 yıl önce yurtdışı programlarıyla üniversitemize dönemlik gelen öğrencilerle beraber bir anı olsun diye yaptığımız bir orman denebilir. Ben o bölgeye ağaç diktiğimiz günden sonra gitmedim. Bilirsiniz işler bir türlü izin vermez size. Birkaç tane akademisyen ve öğrenci gelip o bölge hakkında şikâyette bulunmuşlardı. Açıkçası sekreterim o şikâyet mektuplarını getirdiğinde dikkate bile almadım şikâyetleri. Ben burada bir üniversiteyi yönetmeye çalışıyorum bu tarz şeylerle uğraşacak vaktim yoktu, ayrıca ne yapabilirdim ki. Bazı öğrenciler oraya sevgilileri ile beraber gidip biraz yalnız kalmak istiyorlarmış. Bazı hocalar ve öğrenciler de bu durumdan bir nebze rahatsız olmuşlardı. Şikâyetlerini getirdiler ama ne yapabilirdim ki ormanı mı kapatacaktım?


-Kurbanı tanıyor musunuz? Michelle Bruno?


-Hayır komiserim. Kusura bakmayın, neredeyse 2 yıldır hiç derse girmiyorum.


-Teşekkür ederim, iyi günler.


Rektörlükten çıktım, adamın rahatlığı ve yaptığı bir halt olmadan böyle gerinmesi midemi bulandırmıştı. Arabaya doğru ilerledim. Tad arabaya yaslanmış beni bekliyordu. Ne bulabildin anlat diyip arabaya bindim ve bir sigara yaktım.


-Komiserim, Michell Bruno, 21 yaşında matematik bölümü, son sınıf öğrencisi. Bölümünde çok başarılı değil ama çalışkan birisi. Sevgilisi varmış, John Ash, felsefe bölümü son sınıf öğrencisi ve sınıf birincisi. Çocuğa herkes Eflatun diyormuş, komiserim. Haftalardır okula gelmiyormuş. Ev adresini ve telefon numarasını bulup merkeze gönderdim, komiserim. Şuan çocuğun evine bir ekip yönlendirildi, eğer çocuk oradaysa merkeze getirecekler. Bu arada Michelle dün derslerinden sonra yurda hiç geri dönmemiş. Hep takıldığı bir bar varmış, oda arkadaşları oraya gidip sormamızı önerdiler. Oraya da ekip yönlendireyim mi yoksa biz mi gideriz komiserim?


-Biz gidelim, tarif et.


Bara vardığımızda önce kapıda ki güvenlikler ile konuştuk. İkisi de Michelle’i tanıyorlardı fakat ikisi de dün Michelle’i görmemişlerdi. Ardından barmen ile konuştuk, barmen, güvenlikler ne dediyse harfi harfine tekrarladı. Bu durum beni şüphelendirdiği için güvenlik kayıtlarını istedim. Kayıtları alıp merkeze döndük. Kayıtları incelemesi için iki memuru görevlendirdim. O sıra Tad’in telefonu çaldı ve bizi John’un evine çağırıyorlardı. Hemen yola çıktık. Adrese vardığımızda memurlar bizi kapının önünde bekliyordu ve şöyle dediler. ‘’ Komiserim, sanırım sizin katilinizin kim olduğunu artık biliyoruz.’’


Koşa koşa daireye çıktım. Ne görmüş olabilirlerdi ki bundan bu kadar emin olabiliyorlardı diye düşünüyordum. Sadece bir kat merdiven çıkmış olsam bile, bu sürede çok fazla şey geçti aklımdan. Sonunda onu yakalayacaktım. Kim olduğunu öğrenmiş miydim? Bu düşüncelerin arasında kaybolmadan önce eve vardım. Salon, koridorlar ve mutfak çok normal bir insana ait gibiydi. John’un odasına vardığımda anladım, memurların söylediklerini. Malcolm’un, Rhian’ın ve Michelle’in bir sürü fotoğrafı vardı duvarlarda. Yanlarında bir sürü yazı, haber manşetleri vardı. Cesetlerin fotoğrafları dahi vardı duvarda, cesetlerle beraber bulunan bütün çiçek imgelerinin fotoğrafları vardı. Tüm kurbanların geçmişleri vardı sayfalarca. Hemen Michelle’in geçmişinin yazdığı kâğıdı çekip kopardım. Ona yapıştırılmış bir sürü kâğıtta beraberinde geldi elime. Tam o sırada Tad geldi. Şaşkınlığını yüzünden okuyabiliyordum. Geçmişi okuduğumda hiçbir suç bulamadım. Katilimiz hani suçluları öldürüyordu. Yoksa ben yanılmış mıydım? Belki de ilk iki kurbanı sadece rastlantıydı. Ya bana gelen mesaj, kadın çiçekleri kanattı diye çözdüğümüz anagram? Yanlış mı çözmüştük? Elimde ki kâğıtları Tad’in eline tutuşturup, hemen evden çıktım, ruhum daralmıştı. Boğulacak gibi hissediyordum. Memurlara olay yeri ekibini çağırmalarını ve kimsenin o daireye girmemesini emrettim. Bir sigara yaktım ve yürümeye başladım.


Düşüncelerimde kayboluyordum. Katilimiz bildiğimiz bir katil miydi? Resmen hayal kırıklığına uğramıştım. Salak bir çocuk muydu karşımda ki? Bölümünün son yılında, birincilik elindeyken birden okula gitmeye ara verip katil olmaya mı karar vermişti. Bu böyle bir dürtü değil ki, olmamalı. Bu cinayetlerin düzeni ve gizemi, böyle bir dürtünün etkisindeyken olamazdı. Telefonumun çalması, düşüncelerimle kavga ettiğim karanlıktan beni çıkarttı.


-Komiserim, ben adli tıptan arıyorum. İlginç bir şey bulduk. Michelle Bruno’nun üstünde bulunan çiçek yapaymış.


Birden kapattım telefonu. İşte duymak istediğim şeylerdi bunlar. John, Michelle’i öldürmüş olabilirdi fakat diğerlerini öldürmemişti. Kopya katiller, akıllı ve başarılı gençlerin kendi sıkıcı hayatlarından kaçma çabasından doğar demişti akademide ki bir hocam. Hâkim, John’un evinde ki o duvar yüzünden bütün cinayetleri John’a yıkabilirdi. Bunu kanıtlayacak da ret edebilecek de bir kanıtım yoktu. Bir kişi öldürmek ile üç kişiyi öldürmek bizim adalet sistemimizde farklı isim ama aynı ceza idi. Müebbet ve ağırlaştırılmış müebbet. Geldiğim yoldan tekrar hızlı hızlı yürüyerek geçtim. John’un evinin sokağına gelmiştim, olay yerinin burada olduğunu görüyordum. Arabamızın burada olması, Tad’in de gitmediği anlamına geliyordu. Binaya doğru sakin sakin yürürken karşıdan bir genç bana doğru, bana bakarak yürüyordu. Ekip arabalarını fark etmesiyle yüzünden okuduğum o telaş. Bu çocuğun John olduğunu düşündürttü bana ve ‘’John! ‘’ Dedim. Kaçmaya başladı.


Genç olmak buydu işte sirkte doğduktan sonra sirkten kurtarılan ve ilk defa bozkıra dokunan bir tay gibi koşabiliyordunuz. Arkasından onu yakalayabilmek için koşuyordum fakat sigara içiyor olmam ve yaşım, onu yakalayabilmemin mümkün olmadığını kanıtlıyordu bir kez daha. Belimde ki silahı çıkarttım, yukarı doğru baktım, üstüm boştu. Bir el havaya sıktım. ‘’Dur!’’ diye bağırdım. Silah sesinden ürken genç tayımız, durdu. Temkinli bir şekilde ona doğru ilerlerken ‘’ellerini kaldır, başının arkasında birleştir’’ ikazını verdim. Çocuk ne desem yapıyordu. Onu arkasından yakalayıp önümüzde onu vurabileceğim en mantıklı yere, duvara onu vurdum. İlk olarak silahı var mı diye kontrol etmeliydim fakat ben onu kelepçelemek istiyordum. Bu dansımızın son koreografisi olabilirdi. ‘’ John Ash, Malcolm Renly, Rhian Sameen ve Michelle Bruno cinayetlerinden tutuklusun.’’ Dedim. Gülüyordu, kahkaha atmaktan ölecek gibi gülüyordu. ‘’Hadi bakalım seninle biraz yürümemiz gerekecek. O arada da biraz konuşalım? Onları neden öldürdün?’’ dedim.


-Öldürmedim, sadece önceki hayatlarına son vermeye cesareti olmayan boş insanların o hayatlarını ellerinden alıp onlara yeni bir hayat verdim.


-Sen böyle görüyor olabilirsin, biz bunu cinayet olarak kabul edeceğiz. Neden çiçek bırakıyorsun kurbanların yakınlarına?


-Çiçek, benim düşüncelerimde reenkarnasyonun simgesidir.


-Bana ve Tad’e yolladığın mesajları neden yolladın?


-Mesaj mı? Ben kimseye mesaj falan yollamadım.


-Onu da kanıtlayabilecek adamlarımız var. İnsanları yazılarından ayırt edebilen bilim adamları. İhtiyacımız olan tek şey senin yazdığın bir şey bulmak.


John’un evinin adresine varmıştık. Arabama doğru ilerledim ve Tad’i aradım. Ona aşağı gelmesini söyledim. Tad geldiğinde biraz şaşkındı fakat bana yavaş yavaş alışıyordu. Arabaya atlayıp merkeze gittik. John’un sorgusunu ikimizde heyecanla bekliyorduk. Adettendir diye onu sorgu odasına koyduktan yarım saat sonra sorgulamaya başlayacaktık. Kahvelerimizi içerken hangi soruları ne zaman sormamız gerektiğini tartışıyorduk. Tad katilin yakalandığını düşünüyordu fakat ben düşünmüyordum. Michelle’i öldürmüş olabilirdi, evet fakat kesinlikle asıl katilimiz, benim dans eşim bu çocuk değildi. Buna tüm kalbimle inanıyordum. Hatta bu çocuğun sorgusuna bile girmek istemiyordum. Bu görevi Tad’e yıktım ve ona güzel bir tecrübe olabileceğini söyledim. Ben sorguyu dışardan izledim, Tad ise güzelce her lafı ağzından aldı.


İlginç olan şu ki, her şeyimi kaybetme uğruna eminim ki bu çocuk bizim katilimiz değil, sadece Michelle’i öldürdü. Ama John bütün cinayetleri üstüne alıp, itiraf etti. Ona daha sorgu odasından çıkmamışken bir soru soracağım ve bir tek bu soru Tad’e ve bana bu durumu kanıtlayacak. Girdim sorgu odasına ve ‘’ John, söylesene Michelle’i neden öldürdün? Birisine kötülük falan mı yapmıştı yoksa bir suç mu işlemişti?’’ dedim.


-Neden mi öldürdüm? Haha! En başta dediğim gibi, bu yaşamın içerisinde sürünüyordu bunu hak etmiyordu. Suç falan yok, Michelle korkağın tekiydi.


-En azından sen kadar aptal değildi evlat.


Tad’in bakışlarını okuyabiliyordum, şuan tam da bir şeyi idrak etme bakışlarıydı bunlar. Yavaş yavaş başarmasını izlemek muhteşem bir keyif vermişti. Sürekli onun zeki olduğunu hissetmek hoş olmuyordu.


-Komiserim?


-Efendim, Tad?


-Bu çocuk az önce tüm cinayetleri itiraf etmişti ama sizin sorduğunuz soruya verdiği cevaba göre bu bizim çıkardığımız profile uymuyor ki.


-Evet, Tad biraz daha zorla yavaş yavaş anlayabileceğine eminim.


-Yani asıl aradığımız katil bu çocuk değilse niye suçları itiraf etti?


-Bazı insanlar bu tarz başarılara konmak isterler, hayatlarında ki başarılar onlara yetmemeye başlar, doymak bilmezsin. Farklı alanlarda bir sürü başarı istersin. Bu onun için muhteşem bir fırsattı.


-Peki, Michelle’i o mu öldürdü?


-Bence evet, çünkü olay yerinde ki çiçek yapaydı. Bizim katilimiz için çiçek çok önemli Tad. Hala bunu anlayamadın mı? Calla lily, aradığımız katilin hayatının bir parçası. Bu çocuk hakim karşısına çıktığında çok büyük ihtimalle bütün cinayetler üstüne yıkılacak ama önemli değil. Sonuçta masum bir kızı öldürdü. Bana sorarsan yaşamayı bile hak etmiyor. Hadi, şimdi eve git. Yarın görüşürüz.


Merkezden ayrıldım ve eve doğru yola koyuldum. Yol düşünceli geçti. Arabamı park ettim. Dairemin lambaları yanıyordu. Eşimin evde olması içimi mutlulukla doldurmuştu. Dairemin kapısına geldiğimde içimi yakıp kül eden bir heyecan bastı. Kapı eşiğinde bir mektup daha vardı. Üstünde de Calla lily. Kapıyı çalmadan önce mektubu ve çiçeği alıp merdivene oturdum. Dikkatlice açtım mektubu ve okumaya başladım.


’İnsanlar çiçekleri sever mi gerçekten? Çiçekleri seven insanlar, onları koparandır. Peki, çiçekler insanları sever mi? Hiçbir çiçek koparılmak istemez, bu durum da çiçekleri onları sevmeyen insanları sevmeye zorlar. Lütfen, bu çiçeği suya koy.’’


Resmen benimle bir düşüncesini paylaşmıştı. Mektubu defalarca okudum. Ne yani benimle bir dostluk mu yaşıyordu katilimiz? Böyle bir şeyi kabul edebileceğimi zannetmiyorum. Bu durum iyice canımı sıkmaya başlamıştı. Kafamdan çıkaramıyordum artık. Merdivenlerde oturmuş ne yapmam gerektiğini düşünüyordum. Ne zaman gösterecekti kendini? Korkmuyordu, bunu biliyordum. Tanışma vaktimiz çoktan gelmişti. Son perdeyi artık oynamamız gerekiyordu. Bu düşüncelerin hepsini kafamdan atmak ister gibi elimi başımın etrafında salladım ve kalktım. Kapıyı çaldım, eşim sevgi dolu bakışlarla açtı bana kapıyı. İçimde ki burukluk ve karanlık birden sıcak havayla dolmuştu resmen.


Benim için yemek hazırlamış olması, bu yemeğin yanına güzel bir şarap seçmiş olması ve bu gece için bizim için bir film seçmiş olması gerçekten her şeyi hatırımdan silmişti. Neredeyse 1 gün boyunca görüşmemiştik, bu da aramızda ki özlemi arttırıyordu. Böyle günleri seviyordum. Gece üstümü örtmüşsün, teşekkür ederim diyerek öptüm onu. Sanki bu onun dünyaya gelme sebebi, sanki ebedi varlığının nedeni buymuşçasına gülümsedi sadece bana.


Muhteşem bir yemek masada bizi bekliyordu. Arka plan da onun şarkıları vardı bu sefer. Saksafon barındırmayan bir müziği sevmesi çok zordu. Bu da bize çoğunlukla caz dinlettiriyordu. Açıkçası cazdan nefret ederim. Tat alamadığım, bir türlü duyamadığım bir tür benim için. Özel hissettiğimiz günlerde onun için, sadece caz müziğe katlanmam gerekiyordu. Geri kalan her şey zaten mükemmeldi. Onun bu yemekten zevk alırken duyduğu hazzı müzikle aromalandırmasını izlemek bana da keyif veriyordu. Masanın tam ortasın da duran vazonun içine cebimde ki çiçeği, çıkartıp koydum. Çiçeği onun için getirdiğimi düşündüğü için gülümsedi, fakat çiçeği oraya çiçeğin kendisi için koymuştum. Yemeğimizin bitmesinin ardından koltuğumuza yan yana oturup, şaraplarımız elimizde filmimizi başlattık. Nedense beraber izlemeye başladığımız hiçbir filmi bitiremiyorduk. Açıkçası ben bitirmek istiyordum filmleri fakat karşı da koyamıyordum.

Böyle güzel geçen bir gece bana her şeyi unutturabiliyordu. Aslında unutturmuyordu, sadece beynimin ücra köşelerine götürüyordu, o yaşantıları. Yani kısa süreli unutmak gibi bir şey bu bahsettiğim. Tek bir çiçek, her şeyi yeniden canlandırmaya yetiyordu. Yine de bu durumdan memnundum çünkü uyuyabiliyordum. Rüyalarım rahat hissettiğim tek yerdi. Artık rüya görmek istemiyordum. Her rüyamda maskeli birisi tarafından bir ara sokakta çiçekle öldürülüyordum. Ölmekten yorulmuştum.


Gecenin bir yarısı durmaksızın çalan telefonumu sürekli alarm refleksi ile susturuyordum. Eşimin beni dürterek uyandırmasından sonra telefona cevap verebilmiştim. John Ash hapishanede ki hücresinde ölü bulunmuştu. Aniden kalktım yataktan, bir hışımla üstüme ne bulduysam geçirdim. Eşime bir öpücük verip, ayrıldım evden. Tad’i aldım ve hapishaneye geçtik.


John’un yüz üstü yatan bedeni önümde serilmişti. İçimden bu gerzeği ben öldürmek isterdim itirafını geçirdim. Sırtından bıçaklanmış yerde öyle yatıyordu. Etrafta bir çiçek yoktu. Tad’e ne düşündüğünü sordum.


-Sırtından bıçaklanmış, daha fazla bir şey göremiyorum. Etrafta çiçek yok. Belki de bu sefer ki katilimiz değildir. Sonuçta tüm haber kanalları John’u 3 cinayetten suçlu olarak göstermişti. Malcolm’un eski bir adamı veya Rhian’ın bir tanıdığı belki de Michelle’in ailesinden biri bunu yapmış olabilir.


Bir gardiyan yanımıza doğru geldi ve güvenlik kayıtlarında bir şey bulduklarını söyledi. Güvenlik odasına gittiğimizde hapishane müdürü de oradaydı. Böyle bir şeyin nasıl olabildiğini sorup onu germek istiyordum fakat John’un ölümü beni üzmemiş hatta mutlu etmişti. Güvenlik kayıtlarını oynattığımızda, kameralardan yüzünü saklayarak yürüyen ve kapıları açma yetkisi olan karta sahip bir gardiyan görüyorduk. Ellerinde eldiven vardı. Katilimizi bulmuştuk, şimdi ise katilimizin kim olduğunu öğrenmemiz gerekiyordu. Bizim katilimiz olsa çiçek bırakırdı. Bence değildi o yüzden hiç heyecanlı değildim. Gardiyanın John’un hücresine girdikten sonra orayı terk etmesi neredeyse 5 dakika sürmüştü. Sadece sırtından bıçaklamak bu kadar uzun sürmemeliydi. Boğuşma belirtisi de fark etmemiştik. Ne diye bu kadar uzun sürmüştü? Diye düşünürken kartın kime ait olduğunu öğrendik. Müdürün sağ kolu, Harvey Rich. Nerede olduğunu sorduğumda herkes aptal aptal suratıma baktı. Kimse saat 3 vardiyasından sonra onu görmemişti. Hemen merkezi arayıp bir arama emri verdim. Görüldüğü yerde tutuklanacaktı.


Tad görüntüleri sürekli başa sardırıp tekrar tekrar izliyordu. Onun görebildiğini ben de görmek istiyordum. Ben de yanaştım ekrana doğru ve bakmaya başladım. Bir önce ki izleyişimden hiçbir fark yoktu. Tad, ne oldu, ne yapıyorsun? Diye sordum.


-Komiserim, fark edemediğimi fark ettiğim bir nokta var ama göremiyorum. Baktıkça daha da soyutlaşıyor, daha da alışıyorum fakat şuan göremediğim bir nokta olduğuna eminim. 1.70 boylarında bir adam, ne zayıf ne şişman, atletik bir yapısı var vücudunun. Göremiyorum.


Tad’in görmek istediği noktanın var olduğunu dahi idrak edememiştim ki görebileyim. 1.70 boylarında, atletik bir adam görüyordum ben de. Kayıtların kopyasını alıp merkeze döndük. Harvey’in evini kontrol etmeye giden memurlar, evde kimsenin olmadığını söylediler. Komşulara göre dün sabah evden işe gider gibi çıkmış, bir daha gelmemiş. Tad boş boş bir yerleri izliyordu. Sanırım bu onun düşünme şekliydi. Açıkçası sessizliği beni rahatsız ediyordu. Onu konuşturmak için birkaç soru sordum fakat kısa cevaplarla kenara itti beni. Onun nasıl düşündüğünü anlayabilmek için onu izlerken uyuyakalmış olmalıyım ki sabah yanıma gelen adli tıp uzmanı uyandırdı beni. İşte gerçek bir sabah, işte uyanmak istediğim bir sabahtı bu. Elbette ki asla istemeyeceğim bir sabahtı bu. Rahatsız sandalyemde gece boyu salyalarım notlarıma akarak uyumuştum. Bileklerimle ağzımı silip doğruldum sandalyemde. Tad hala boş boş bakıyordu. Bu çocuk gerçekten deli veya dahi falan olmalıydı. Adli tıp uzmanının önüme koyduğu dosyayı açtığımda, kahve çekirdeklerinin güzelce çekilmesinin ardından yapılmış bir kahvenin ilk yudumunu içmişçesine uyandım.

John’un cesedinin sağ kolunun arkasına bizim çiçek kazınmıştı. Cinayet silahıyla yapıldığı düşünülüyormuş. Dün gece katilimizin videosunu izliyormuşuz, kendimi ilk defa bu kadar yakın hissediyordum ona. Bir tarafımda ki kanlar çekilirken, bir yandan da bu yakınlık beni ısındırıyordu. Onu görmüştüm. ‘’Tad! Tad! Gel buraya hemen! Şuna bak!’’ Dedim. Tad’in dilinin tutulduğunu görmek çok kolaydı. Aslında Tad’in o an hangi duyguyu yaşadığını anlamak çok kolaydı. Onu bir tek düşündüğü vakitlerde anlayamıyordum.


-Ko..komiserim, bu işte bu! Dün göremediğim nokta buydu. Katilimizi izlemiştim. 10 kez onun yürüyüşünü, vücudunu izlemiştim. Nokta buymuş, komiserim. John’u öldüren Harvey denen gardiyan değilmiş. Bizim katilimizmiş. E, o zaman Harvey’in kartını nasıl aldı? Komiserim, sanırım cezaevinin içinde bir ceset daha bulacağız. İyi de bu sefer de Harvey’in herhangi bir konuda suçlu olması gerekiyor. Komiserim, bu denklem bir eşitsizlik.


-Düşünmen bittiyse, gidelim. Ayrıca belki de Harvey’i öldürmedi nereden biliyoruz. Onu etkisiz hale getirip kartını almış olabilir. Hadi, hapishaneye dönüyoruz, Harvey’in bedeni orada bir yerde olmalı içinde yaşam var mı bilmiyorum.


Hızlıca indik merdivenleri, arabayı gördüğümde önünde hep aldığım zarflardan vardı. Hızlanıp Tad görmeden aldım. Arabaya binip, ceketimin sol iç cebine sıkıştırdım zarfı. Üstünde çiçek olup olmadığını bile kontrol etmemiştim fakat öyle olmasını istiyordum. Katilimiz ile olan bu tek taraflı yazışmaları başka herhangi birisiyle paylaşmak istemiyordum. Bu dans sadece iki kişi ettiğinde güzel olacaktı. Hapishaneye doğru hızlıca sürdüm, yolda da Tad hapishane müdürünü aradı ve her yeri didik didik etmelerini Harvey’in hala hapishanede bir yerde olduğunu düşündüğümüzü söyledi. Biz hapishaneye vardığımızda Harvey, müdürün odasındaydı. Tek eli dizinde, diğer eli ile kafasını ovuşturuyordu. Gözleri felaket bir haldeydi.


-Harvey Rich, biz cinayet bürodan geliyoruz. Bilmiyorum, müdür bey anlattı mı ama dün senin kartını kullanarak bir hücreye giren gardiyan kıyafetli birisi, John Ash’i öldürdü. Bu yüzden en göze batan kişi de en büyük tanık da sensin. Şimdi anlatmak ister misin, merkeze de geçebiliriz?


-Komiserim, bakın ben hiçbir şey hatırlamıyorum. Dün 3 vardiyasında yemeğimi yemiştim, elimi yüzümü yıkayıp, eve gidecektim. Yemekten kalkarken bunları düşünüyordum. Tuvalete girdiğime eminim ama oradan sonrası bulanık. Yemin ederim, komiserim ben kimseyi öldürmedim.


Dış görünüşüne bakarak, onu haklı sayabilirdim ilaç verilmiş gibi bir hali vardı. Laboratuvar sonuçları bunları bize söyleyecek nasıl olsa diye düşünerek, koluna girdim ve Harvey’i kaldırdım. Onu merkeze götürdük. Bütün tahliller yapıldı. Sonuçları bekliyorduk. O arada ben de bana gelen mektubu okumak istiyordum. Merkezin tenha bir köşesine çekildim ve zarfı açtım.


‘’Bazı yabani otlar çiçeklerin yanından temizlenmelidir. Yabani otlar, çiçekleri öldürür.’’


İçimi rahatlatan bir mektuptu hatta içimi ısıtan birkaç kelimenin sıralanmış haliydi bu okuduğum. Michelle masum, John suçluydu. John yabani bir ottu, Michelle ise bir çiçek. John’un temizlenmesi gerekiyor muydu gerçekten? Masum genç bir kadını öldüren birisi üzerinden kendi değer yargılarımı bozmak istemiyordum. Düşünmedim. Tad’in yanına gittim, benim zaten bildiğim Harvey’in kan testi sonuçlarına bakıyordu. John’u öldüren Harvey değildi. Bana doğru döndü ve ‘’Komiserim, bence Harvey masum ifadesini alıp gönderelim.’’ Dedi. Kafamı onaylarcasına salladım. Masama geçtim.


Mesaimizin başlamasına daha eve gidip uyuyup dinlenebilmek için yeterli zaman vardı. Tad’e görüşürüz edasıyla elimi salladım. Ceketimi aldım ve merkezden ayrıldım. Eve vardığımda kapıda büyük bir kutu vardı. Üstünde eşimin adı yazılıydı. Şimdi de eşime mi hediye ve ya mektup yolluyordu. Çileden çıkmak üzereydim. Anahtarımla açtım kapıyı eve girdiğimde eşim duştan çıkmıştı. ‘’Sana gelmiş bir kutu vardı kapının önünde.’’ Dedim. Birden yüzünü ilk zamanlarımızda ki gülümsemelerinden olan bir gülümseme sardı. Koşa koşa geldi kutunun yanına, kim göndermiş ki diye kutunun her yerine bakıyordu. Sinir katsayılarım giderek artıyordu. Elbette aklıma aldatıldığım geliyordu. 4 yıllık eşime ben hediye aldığımda bu kadar sevinmiyordu. Kutuyu yanımda açtı içinden el yapımı muhteşem bir gramofon çıktı. Bir saksafonun üzerinde duruyordu bu gramofon. Elbette eşim bayılacaktı. Eşimin en sevdiği caz sanatçısının ilk albümü de kutunun içindeydi. Yüzünde ki o ifadeyi tanıyordum, bu ifade güneşin tertemiz baharın ortasında yüzünüze çiçek kokuları ile beraber çarptığı anda ki ifadelere benziyordu. Albümün üstüne yapıştırılmış bir de not vardı.


Cazdan tatmin olabilmen için, cazı gerçekten hissedebilmen için…

Sevgilerle…

2 Yorum


Jhin
Jhin
24 Ara 2017

Entelektüel polis Tad muhteşem bir lakap oldu. Okuyucuların kendilerini hikayemin içerisinde hissetmesi muhteşem bir duygu. Teşekkür ederim.

Beğen

aytuek
23 Ara 2017

Yazdığın en pürüzsüz bölüm. Akıcılıkta çizginden şaşmadan ilerlemen beni çok mutlu etti. Ayrıca bu bölümde noktalamalara, sözcüklerin yazımına, cümlelerin olgunluğuna çok dikkat etmişsin. Umarım devamı bu şekilde gelir. Tek nefeste biten bir bölümdü okumaya doyamadım. "Entelektüel Polis" Tad'e bayılıyorum.Ellerine sağlık.

Beğen
© Copyright
bottom of page